MİLLİYET

DAHA iYi VE DAHA YAŞANABİLİR BİR ÜLKE

 Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında “yavru kurt” giysileri içinde ilk kez trampet çalarak, geçit töreninde rap rap yürüdüğümde 9 yaşındaydım.

Antalya Valisi ve Garnizon Komutanı, yanlarında Belediye Başkanı olduğu halde üstü açık bir otomobilden bizleri selamladıklarında duyduğum heyecanı hala hatırlıyorum.

O yıllarda Antalya bugünkünden çok farklıydı. Sokakları yasemin, gül ve turunç kokan, 70 bin nüfuslu küçük bir kentti.

Kentin tek tük otomobil geçen sokaklarında bisikletle dolaşır, boş arsalarda sabahtan akşama top oynar, “yeni dünya”ları daha yeşilken ağaçlarından koparır, portakal çiçeklerini ipe dizerek kolyeler, bilezikler yapardık…

Yeni Türkü’nün bir şarkısındaki gibi: “Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman…”

İçimizde her şeyin daha iyi olacağına ilişkin büyük bir inanç vardı.

Politikadan fazla anlamazdık ama elektriksiz, susuz, okulsuz köylerin hemen burnumuzun dibinde bile olduğunu bilirdik.

Devrim İlkokulu’ndaki öğretmenimiz Şevket Gencer bunları değiştirecek gücün bizlerde olduğunu söylerdi hep. Okuyup adam olacak, büyüdüğümüzde Türkiye’yi bambaşka bir ülke yapacaktık. Bunları dinleyerek büyüdük.

Şimdi Cumhuriyet’in 80. yıl kutlamalarına bir kaç gün kala geriye dönüp baktığımda hiç de az şey başarmadığımızı görüyorum.

Türkiye bu süre içinde “insani gelişme endeksinde” kaç sıra yükseldi bilmiyorum ama bizim çocuklarımızın yaşadıkları Türkiye, kentleri daha kalabalık ve kirli olsa da, çok ciddi ekonomik ve politik sorunlar yaşıyor olsa da o zamankinden daha ileri bir ülke…

Ama yine de bugünkü Türkiye’nin gerçeklerinden yeterince memnun olmayanlarımızın sayısı ben de dahil olmak üzere hiç az değil.

Bu memnuniyetsizliğimizin nedeni, sanıyorum ilkokul öğretmenlerimizin beynimizin her hücresine işleyen öğütleri olmalı.

Evet, çok şey başardık belki ama daha fazlasını da yapabilirdik.

Birbirimizle anlamsız kavgalarla yıllarımızı boşa harcamamış olsak, genç yaşlarında binlerce insanımızı bu kavgalarımızın sonucunda mezara yollamamış olsak ve birbirimizi dinlemeyi öğrenebilmiş olsaydık çok daha iyisini yapabilirdik. Neredeyse bütün gençliğimiz bu kavgayla geçti.

Hepimiz Türkiye’yi seviyorduk, Cumhuriyet’e sıkı sıkı bağlıydık ama düşman gibi gördüklerimizin de bizler gibi aslında Türkiye’yi sevdiklerini anlayamıyorduk.

Sözlerimiz birbirimize ulaşmıyordu.

Aynı kent içinde, aynı okulda, aynı sokakta düşman kamplara bölünmüştük.

İçimizdeki büyük enerjiyi bir hiç uğruna tükettik diyemiyorum. Uğruna kavga ettiğimiz değerler bir “hiç” değildi çünkü.

Ama bu değerlerimize kavga etmeden de sahip çıkabilir, farklı görüşlerin de ülkemiz için değerli ve yararlı olabileceğini aklımızın bir köşesinde tutabilirdik.

Olmadı, yapamadık…

Cumhuriyet 100. yılını kutlarken ben Tanrı ömür verirse 67 yaşında olacağım. Kızım da 35 yaşında…

İnanıyorum ki Türkiye 20 yıl sonra bugünkünden daha iyi, daha yaşanılabilir bir ülke olacak.

Bugün tartıştığımız ve tartışırken bile insanın içine büyük bir sıkıntı veren sorunlarımıza 20 yıl sonra belki de güleceğiz.

Bu 20 yılı da kaybetmemek için yapacağımız tek şey var: Birbirimizi düşman gibi görmemek… Birbirimizi anlamaya çalışmak…

Biliyorum ki Yasemin ve arkadaşları 20 yıl sonra bizlerin düştüğü hatalara düşmemiş olacak.

Bizim başaramadığımızı onlar başaracak…