MİLLİYET

Demokrasinin kendini koruma hakkı

 Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak verilen son yargı kararına yönelik eleştiriler iki gerekçenin etrafında şekilleniyor.

Birincisi şu: Recep Tayyip Erdoğan, yükselmekte olan bir siyasi hareketin başındadır. Onu bu tür yargı engellemeleriyle siyasetten uzaklaştırmak doğru değildir. Üstelik bir işe de yaramaz, önemli olan AKP’yi sistem içinde tutmaktır.
Bu eleştirinin ikinci bölümüne katılıyorum. Evet, AKP hareketinin yükselmesinin bir sürü toplumsal ve ekonomik nedeni var. Recep Tayyip Erdoğan bu hareketin başında da olsa, başında olmayıp içinde de yer alsa sonuç değişmeyecek.

Eşitlik şart
AKP bu ülkede serbestçe faaliyette bulunan bir siyasi parti olarak, iktidar olmaya ötekilerden daha az layık değildir. Halkın oyunu kazanıyorsa, söyledikleriyle geniş bir seçmen kitlesini etkiliyorsa iktidar da olabilir. Anayasal düzenin içinde kaldığı sürece AKP’yi rejim için bir tehdit olarak konumlamak doğru değildir.
Bu eleştirinin birinci bölümüne ise katılmıyorum. Bir siyasetçi halktan destek görüyor diye kanunların üstünde bir yere sahip olamaz. O da herhangi bir vatandaş gibi yasalara ve mahkeme kararlarına saygılı olmak durumundadır.

Minareler süngü!
İkinci eleştiri ise “demokratik” olma ekseninde yapılıyor. Recep Tayyip Erdoğan, bir şiir okuduğu için siyasi görüşlerini açıklamış sayılıyor ve bu da en geniş anlamıyla ifade özgürlüğünün bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Bunlar elbette genel doğrular. Kimse siyasi düşüncesini açıkladığı için hapse atılmamalı. Görüşlerini açıklayabilmeli, propagandasını yapabilmeli…
Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın söz konusu suçu işlediği dönemi, o konuşmanın genel konseptini de iyi hatırlamak gerekiyor.
Erdoğan’ın Siirt mitinginde okuduğu şiir şöyleydi, hatırlamayanlar için yazayım: “Camiler kışlamız / Müminler asker / Minareler süngümüz / Kubbeler miğfer..”
Bu şiiri ben buraya yazdığım için mahkûm olmayacağım. Aynı şekilde herhangi bir vatandaş, herhangi bir yerde bu şiiri okuyacak olursa, o da mahkûm olmayacak…

Sorun; yer ve zaman
Sorun, bu şiirin hangi zamanda, nerede, hangi çerçeve içinde okunduğunda…
Demokrasinin olanaklarını kullanarak şeriat düzeni getirilmek istendiğinin bir partinin sözcüleri tarafından açıkça söylendiği bir dönemde, şeriat düzeni kurmak istediğini saklamayan o partinin yetkilisi olarak bunu bir meydanda söylerseniz, iş değişir.
Bu şiirin o gün, o mitingde, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının içinde yer almasının bir tek anlamı vardı: Biz şeriat düzeni kuracağız, bu düzeni kurmak için gerekirse camileri kışla olarak da kullanacağız…

Rejim seyredemez
28 Şubat olarak tanımlanan “balans ayarı” yapılmamış olsaydı, bu zihniyetin Türkiye’yi geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde nasıl bölüp, parçalayacağını ve bir iç savaşın eşiğine nasıl getireceğini de iyi hatırlamak gerek.
Eğer, birileri ortaya çıkıp, demokratik düzenin kendilerine sağladığı haklardan yararlanarak nihai olarak bu düzeni değiştirmek istiyorsa, demokratik rejim bunu seyredemez.
Kendisine yönelik tehditi etkisizleştirmek, mahkûm etmek ve tecrit etmek zorundadır.

Pişmanlık yetmez
Demokratik düzenin sağladığı olanaklardan yararlanarak bir din devleti kurmaya yönelmek bu açıdan “demokratik bir hakkın kullanımı olarak” görülemez.
Dün denecek bir geçmişte İspanya, bir Avrupa Birliği üyesi olarak anayasal düzenine tehdit olarak gördüğü bir partiyi kapattı, yöneticilerini tutukladı. Bir kısım fanatik dışında ne İspanya’da, ne de Avrupa’da kimse bunun demokratik hakların kullanımına bir engel olduğunu söyleyemiyor.
Bu, demokratik sistemin kendisini koruma hakkı içinde değerlendiriliyor.
Recep Tayyip Erdoğan, eski siyasi görüşlerinin değiştiğini ısrarla söylüyor. Demek ki o da yaptığı hatanın ne olduğunun farkına varmış. Ama bu hatanın farkına varmış olması, geçmişte işlediği suçu ortadan kaldırmıyor.
Demokratik rejim, her şeyden önce kendisini korumak zorundadır.