Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Deniz, buzlu rakı ve rebetiko

 Rebetiko ismi verilen müzik türüyle, Siyasal’daki sınıf arkadaşım Bülent Selvili aracılığıyla tanışmıştım.

O güne kadar hiç duymadığım bir müzik türüydü bu.. Sözlerini anlamıyordum, Yunancaydı. Ama melodisi, kullanılan sazlar, söyleyen kadın ve erkeklerin seslerindeki ‘meyhane tınısı’ o kadar tanıdık geliyordu ki.
Bugün Yunanistan’da Ksanthi diye bilinen İskeçe doğumlu Bülent bir “haymatlos”tu..
Yunanistan vatandaşıyken, okumak için Türkiye’ye gelmiş ve Yunan hükümetinin Batı Trakya’yı Yunanlaştırma çabasının bir sonucu olarak “vatansız” kalmıştı..
Bülent’in bir süre bir odasında benim de yaşadığım evinde, Hacidakis’in, Teodorakis’in, Sotiria’nın ve adını bugün hatırlamakta güçlük çektiğim başka sanatçıların plaklarını dinleye dinleye az kalsın Yunancayı da sökecektim..

Şarkılarla avundular
1922’de Yunanlıların “Küçük Asya Felaketi”, bizimse “Kurtuluş Savaşı Zaferi” dediğimiz olayın ardından birçok Anadolu Rum’u, doğdukları ve benim görüşüme göre “Batılıların oyununa gelip ihanet ettikleri” ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar ve Yunanistan’da göçmen oldular..
Aile geçmişlerinde “göç” olan birçok Türk’ün kolayca anlayabileceği gibi gittikleri yerde de açlık ve işsizlik çektiler; büyük acılar, mutsuzluklar yaşadılar..
Bununla da kalmadı, “Türk tohumu” diye dışlandılar ve sonunda kendi acılarıyla yoğurdukları halk şarkılarıyla avundular. Rebetiko işte bu müziktir!

Tesadüf değildi..
Şimdi düşünüyorum da, o evde o plakların olması aslında hiç de tesadüf sayılmazdı.
Yunanistan’dan zorla atılıp geldiği yerde de “vatansız” kalan bir Türk’ün evinde bu şarkıların dinlenmesinden daha doğal ne olabilirdi ki..
Kostas Ferris’in “İki Gözüm Marikam : Rebetiko” isimli romanını (Literatür Yayınları, Çeviren: Fulya Koçak) okurken bir yandan da Yunanistan’a gittikçe aldığım rebetiko CD’lerini dinledim.. Aslında bu müziğin doğasına uygun olarak onları cızırtılı bir pikaptan, tercihen 78’lik, olmadı 33’lük plaklardan dinlemeliydim ama bizim evde de artık ileri teknoloji her şeyi kendisine esir almış bulunuyor!

İyi uydurmuş!
Ferris’in romanı, adı üzerinde bir roman, hayal ürünü.. Ancak ana öyküyü oluşturan küçük öykülerin tümü yaşanmış, unutulmamış ve dilden dile aktarılmış anılardan oluşuyor.
Ferris’in bir İtalyan atasözünden esinlendiği gibi: Se non e vero, e ben travato.. (Gerçek olmasa bile, iyi uydurulmuş!)
Yunanistan’da plağa kaydedilmiş ilk şarkının “İzmirli” isimli bir rebetiko olduğunu (Yıl 1924) Ferris’in kitabından öğrendim..
Zaten “rebetlerin” çoğu da anladığım kadarıyla İzmirli.. Şarkıların çoğunda da İzmir’e duyulan özlem görülüyor hemen:
Kuşların ötüşleri taklit edilmiyor / kedilerin miyavlamaları / eşeklerin anırmaları / ya da şafakta uzaklardan gelen borazanların sesi / İzmir’den gelen göçmenlerin sesleri / ya da yaşadıkları trajedi gibi..

Batsın bu dünya..
Yaşadıkları güçlükleri içki ve esrara sığınarak yenmeye çalışan, gittikleri yerlerdeki tek dostları berduşlar olan insanların müziği, biraz da bizim 1970’lerin başında “minibüs müziği” diye adlandırdığımız varoş insanlarının çığlığına benziyor: Akşam, ölü sabahlar gibi olsun / istersen bırak da hiç akşam olmasın / gözlerimi kapadığımda / dünya kaybolsun etrafımda..
“Batsın bu dünya”nın Ege’nin öteki yakasındaki karşılığı böyle oluyor demek ki, diye düşündüm..

Yeni Türkü ve rakıyla..
Bu pazar günü Türkçe rebetiko dinlemek isterseniz Yeni Türkü’nün plaklarında birçok örneğini bulabilirsiniz.
Yanına da bir kadeh buzlu rakı..
Ege kıyılarındaysanız mis gibi deniz kokan imbatı da çekersiniz içinize..
Yaşadığınıza, sevdiklerinizin yanınızda olduğuna bir kere daha şükreder, bana bu fikri verdim diye teşekkür edersiniz!