Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni devletlerin çok büyük bölümünü o ilk kuruluş yıllarında görme olanağım oldu. İçlerinde Ukrayna gibi ağır sanayi kuruluşlarına ve büyük tarımsal üretim potansiyeline sahip olanlar da vardı, Rusya gibi akla gelebilecek her şeye ve çok az ülkede benzerine rastlanabilecek yetişmiş insan gücüne sahip olanlar da… Kazakistan gibi petrol kaynaklarına sahip olanlar da vardı, Kırgızistan gibi hiçbir şeyi olmayanlar da…
Hepsinin ortak özelliği çökmüş bir devlet yapısı; rüşvet, yolsuzluk ve mafyalaşmayla tamamen bozulmuş iş ahlakıydı…
Ortalama insanın hayattan hiçbir beklentisi kalmamıştı. Ne geçmişe dönebilme olanakları vardı, ne de gelecekten bir şey beklemeye yönelik umutları…
O zamanlar gerçek toplumsal çöküntünün de bu olduğunu düşünmüştüm: Gelecekten umudunu kesmek, derin bir ruhsal depresyonla sarsılan gelenekler, ahlak anlayışı ve toplumsal kurumlar…
Bizden mutsuzu yok!
Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında yürütülen “Türklerin Değerleri Araştırması” benzeri bir çöküşün bugün ülkemiz için de söz konusu olduğunu ortaya koyuyor.
Bu, dünya ölçeğinde 1980’den beri yürütülen bir araştırma, Türkiye de 1990’dan beri araştırmanın kapsamı içinde…
“Mutlu” olduğunu söyleyen insanlarımızın oranı 1990 yılındaki araştırmada yüzde 81, 1996 araştırmasında ise yüzde 88’miş… Sonuçları açıklanan en son araştırma, geçirdiğimiz krizin sadece ekonomik olmadığını ortaya koyan çarpıcı bir sonuç veriyor: Türkiye’de “mutlu” olduğunu söyleyen insanlarımızın oranı yüzde 59’a inmiş bulunuyor. Böylece Türkiye, son on yılın dünyada en mutsuz toplumu olan Ruslarla aynı düzeye inmiş oluyor.
Tek neden kriz mi?
1992’de bütün bir ülkeyi sarsıp, kurulu devlet düzeninin yıkılması ile sonuçlanan sürecin Rusları getirdiği noktaya gerilememiz için beş yıl yetmiş. (Araştırma Aralık 2000 – Ocak 2001 döneminde gerçekleştirilmiş.)
Araştırma, Avrupa’da bu kadar mutsuz bir başka toplum olmadığını da ortaya koyuyor. Prof. Esmer, “hiç mutlu olmayanlar” açısından bakıldığında Avrupa’da uzak ara birinci olduğumuzu söylüyor.
Böyle derin bir mutsuzluk ortamının, toplumun tüm değerlerini sarstığını, bozduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu durumu sadece ekonomik krizin sonucu olarak açıklamak mümkün mü? Sanmıyorum.
Derinlerde yatan nedenler…
Yerleşik bütün sistemin çözülüp, dağıldığı Rusya örneği ile karşılaştırıldığında geçirdiğimiz ekonomik kriz çok hafif kalıyor.
Ekonomik kriz belki hepimizi fakirleştirdi ama devlet kurumlarımız hâlâ çalışabiliyor, sosyal güvenlik sistemimiz tatmin edici olmasa da hâlâ ayakta, aile temeline dayalı toplumsal dayanışmamız krizin etkilerini hafifletebiliyor.
Evet, elbette ekonomik krizin yarattığı işsizlik ortamı ve geleceğin belirsizliği gibi faktörler mutsuzluğumuzu derinleştirmiş olabilir. Ama bence derinlerde en az bunlar kadar etkili başka faktörler de olmalı.
Bu faktörlerin neler olduğunu bulup çıkarmak, tedavi yöntemlerini önermek de siyaset hayatımızın önündeki en önemli sorundur diye düşünüyorum.
O zamana kadar da hep birlikte Göksel’in şarkısını söyleyelim. Bilmeyenler için sözleri başlıkta yazılı.