Bu huyumun pek normal olmadığını kabul ediyorum. Ama bazı “sözler” var ki, ne zaman duysam bu bende tebeşirin tahtaya ters sürtülmesiyle çıkan sesin yarattığı etkiye yol açıyor.. Sırtım ürperiyor, tüylerim diken diken oluyor..
Bu sözlerin en önde gideni kadınlardan söz edilirken “bayan” tanımlamasının kullanılması.. Hele bir de kelimedeki ilk a’yı geviş getirir gibi yayarak “baağyan” diye söyleyenler var ki onlara ne desem az geliyor!
Bu kelimeye ilk takıldığımda sordum soruşturdum, kelimenin dilimize girişi “efendi, bey, paşa gibi unvanların kaldırılması hakkındaki kanun”la olmuş..
İlk kullanılış biçimine bakılınca İngilizcedeki “mister” ya da Fransızcadaki “monsieur” gibi ismin başında yer almış: Bay Emre, Bayan Gül gibi..
Ama o dönemleri hatırlayanlar bunun çok kısa sürdüğünü söylüyorlar.
Erkek isimlerinin başında artık “bay” kullanıldığı zaman anlıyoruz ki bunu kullanan kişi, söz ettiği insandan pek hoşlanmıyor: “Bay İ. Melih bu hareketiyle ne demek istedi?” örneğindeki gibi..
Bayan Necla ise artık hiç rastlanmayan bir hitap biçimi..
Yasaya rağmen “efendi, bey, paşa” gibi hitapların dilimize geri dönüşü gösteriyor ki dil denilen olgu, öyle mecliste oturup kanunlar yaparak yönlendirilebilinecek bir şey değil..
‘Hanım’ çok daha ‘müzikal’
Dil, yaşayan bir şey ve tıpkı “su” gibi kendi yolunu buluyor..
Bu hitapları kullanırken zaman içinde bir sınıfsal farklılık da yaratmışız. Bankacı Hüseyin, “Bey” hitabını hak ederken, daha az okumuş Hüseyin, “Efendi” olmuş.. Paşa’nın nerede kullanıldığını ise yazmama bilmiyorum gerek var mı? Silahlı Kuvvetler mensupları bile general yerine “paşa” diyor çoğu kez..
Yüz yüze hitaplarda bir kadından söz ederken “hanım” kelimesini kullanıyoruz ki bence kelimenin müzikalitesi bakımından da tam yerine oturuyor. “Sizi göremedim dün İnci Hanım” gibi..”
Ama kimliği belirsiz bir kadından söz ediyorsak artık büyük çoğunluk “bayan”ı tercih ediyor. “Dün bir bayan aradı, adını bırakmadı” gibi..
‘Lümpenleşmeye’ yeniliyoruz
Bunun etkisini sporda da gördük.. Eskiden “kız takımı” diye bildiğimiz takımlara şimdi “bayan takımı” deniliyor..
Bunun, toplumsal bilinçaltımızın bize oynadığı bir oyun olduğunu düşünüyorum.
“Kadın”ın ikinci sınıf bir insan olarak görüldüğü, “kadın” olmanın bir eksikliği ifade ettiği toplumsal bir iklimin ürünü bu bilinçaltı..
Bu yüzden “yenge, abla, bayan” gibi kelimeleri tercih ediyoruz. Bunun o kişiyi aşağılanmaktan kurtaracağını düşünüyoruz. Belki bilinçli olarak değil ama kafamızın gerisinde mutlaka böyle bir şey var..
Televizyon haberlerinden tutun da ünlü şairlerimizin konuşmalarına kadar her yerde bir “bayan”dır gidiyor…
Eskiden sadece manav ve bakkal çırakları ile minibüs muavinlerinin kullandığı “bayan” şimdi herkesin dilinde..
Bu aynı zamanda lümpenleşmenin, kentli yaşamı esir aldığının da bir göstergesi benim için..
Nitekim sohbetlerde tanık olduğum bir başka kullanış biçimi bu yargımı doğruluyor: Evlere temizlik işine gelen işçilere “kadın” diyenler, başkalarından söz ederken “bayan” kelimesini tercih ediyorlar..
Bu da benim son sözüm…
Bu konuyla ilgili başta Hakkı Devrim ve ben olmak üzere birçok kişi yazılar yazdık. Gazetede bu kelime yüzünden bir “terör ortamı” yarattığımı bile söylüyor arkadaşlar.. Ama şimdi görüyorum ki biz bu savaşı kaybediyoruz.
Bu yazıyı yazmamın nedeni de bu zaten.. Geçenlerde Türk reklamcılığının en önemli isimlerinden birisi olduğunu ve Türkçeyi bir sihirbaz gibi kullandığını düşündüğüm bir reklamcıdan aldığım bir e – postada yine karşıma çıktı bu beş harf: Bayan!
O meş’um beş harfi o mektupta bile görünce bir Shakespeare sözü söylemişim kendime: “E tu Brutus? Öyleyse düş Sezar!”