Geçen hafta sonunu Arnavutluk’ta geçirdim. Orada bulunduğum sırada Arnavut gazeteleri de tıpkı bizdeki gibi “Telekom özelleştirmesi” ile ilgiliydiler.
Bizim gazetelerimizdeki haberlerden de izlemiş olmalısınız, Arnavutluk Telekom’unun yüzde 76’lık bölümünün, bir Türk firması olan Çalık Grubu’na 120 milyon euroya satışı işinde son aşamaya gelindi. Çalık Grubu böylece Arnavutluk’ta üçüncü GSM lisansına da sahip olacak. Eğer seçimlerden sonra oluşan yeni parlamento anlaşmayı onaylarsa satış gerçekleşecek.
Arnavut gazetecilerin kendi aralarındaki konuşmalara hâkim olan şey de bizdekinden farklı değil:
“Neden bir yabancıya satıldı?”, “Arsaları bile daha fazla ederken GSM lisansıyla birlikte satılması doğru mu?” gibi tartışmalar…
Neden ‘kârlılar’ satılıyor
Türkiye’ye dönünce de, Milliyet’te Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in “yabancı sermaye” ile ilgili görüşlerini okudum. Ve muhalefetin Şener’e bu konuda destek verdiğine ilişkin değişik görüşleri…
Muhalefete mensup siyasetçilerin söylediklerinin ortak noktası da şu: Kârlı şirketler neden satılıyor?
Arnavutluk’taki gazetecilere söylediklerimi bir daha tekrarlayarak başlayayım:
– Kârlı şirketler satılıyor, çünkü zarar eden şirketi kimse satın almaz.
– Özelleştirme ihalelerine giren şirketler, bunu para kazanmak için yapıyorlar, vatana millete hizmet olsun diye değil..
– Eğer kamu kesimi elinden “zarar” eden şirketleri de çıkarmak istiyorsa, bunları bedava bile vermesinde bir sakınca yoktur. Bedava verilirken de bazı şartlar ileri sürülebilir: Şu kadar yılda bu kadar yatırım yap, şöyle bir teknoloji getir, çalışanları işten çıkarma, işten çıkaracaksan şu kadar fazla tazminat öde, şu tür sosyal sorumluluk projelerini uygulamaya sok gibi…
Çözüm ekonomik olmalı
Nitekim eski Doğu Bloku ülkeleri yaptıkları özelleştirmelerde bu yolu sıkça kullandılar ve bugün akıllı bir iş yaptıkları daha iyi görülüyor.
Günümüz dünya ekonomisi, sermayenin serbestçe dolaşabildiği, kârlı bulduğu yerde konaklayıp zararı görünce oradan uzaklaştığı bir sahne..
Ve böyle bir sahnenin içinde yer alıyorsanız, “Yabancı sermaye gelip borsadan, bonodan kazanıp gitmesin, sabit sermaye yatırımı yapan gelsin” gibi bir sınırlamanız olması gerçekçi değildir.
Yabancı sermaye, bir ülkeye “sıcak para” olarak giriyorsa ve bu paranın bir gün çıkıp giderek ülkeyi krize sokmasından korkuyorsanız, buna karşı alacağınız önlemler de ekonomik nitelikte olmalıdır, polisiye nitelik taşımamalıdır.
Sorun şu ki..
Şu açık ki yabancı sermaye para kazandığı bir yerden gitmek istemez. Siz eğer, sıcak para girişinden kaynaklanan fonları doğru kullanıyor, bu fonlarla zayıf şirketlerinizi ve hazinenizi güçlendiriyor, ülkede yeni iş alanları ve yeni talep yaratabiliyorsanız yabancı “sıcak” sermaye neden gitmek istesin?
Siz eğer bu fonları gereksiz lüks harcamalarla çarçur ediyor, sadece günü kurtarmayı hedefliyor, ekonominizin yapısal sorunlarını çözmek için gayret sarf etmiyorsanız da yabancı sermaye zoru görünce neden kalmak istesin?
Sorun esas itibariyle budur.
Adı üstünde ‘akıllı’
Doğrudan yatırım şeklinde gelerek yeni üretim tesisleri kuran ya da kurulu şirketleri satın alan yabancı sermayenin kâr transferlerinin ülkenin dengesini bozabileceği görüşüne gelince:
Bu sermayenin her şeyden önce tanımı gereği “akıllı” olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Doğası gereği, elde ettiği kârın bir bölümünü yine kendi yatırımını korumak, geliştirmek için harcayacağını varsaymamız gerekiyor. Bir kâr transferi olacaksa, bu ancak bundan sonra kalan bölüm için söz konusu olabilir.
Bu transferin ülkenin dengelerini bozmaması için de yapmanız gereken şeyler yine ekonomik olmalıdır, polisiye tedbirler değil..
Geri kalmış bir ülke söz konusuysa, yabancı sermaye giriş çıkışını ekonomi dışı kurallar koyarak denetlemeye çalışmak, orayı ancak Özbekistan yapabilir, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti değil…