“Kocam hakikaten birine kafayı takarsa, günler ve geceler boyu onu düşünürse, o zaman ben de kabul etmem. Bu aşk çünkü. Ama günübirlik, Avrupa’da bir kadınla birlikte olmuş. Bu yüzden neden ayrılayım. Kızarım – mızarım, yine de bu seks. Ama aşk ise söz konusu olan, kabul edebilmeme imkan var mı? Zaten kocamla beni ancak başka bir aşk ayırır.”
Bu sözleri bir evli hanım sanatçı, bir röportajında söyledi… Sanatçının ve eşinin adını yazmıyorum. İşin bu yönü hiç önemli değil. Çünkü biliyorum ki toplumumuzda, bunu evli bir başka kadın da söyleyebilir.
Sadece bizde değil, dünyanın başka yerlerinde de bu düşüncenin genel bir kabul gördüğünü de biliyoruz. İçlerinde Hillary Clinton gibi iyi bir eğitime, tek başına ayakta durmasına yetebilecek bir gelire sahip olanlar da var, tamamen eğitimsiz, tek başlarına ayakta durabilmelerine olanak olmayan isimsiz birçok kadın da…
Bu sözlerin gerisindeki düşünceyle ilgiliyim daha çok. Kimin söylediğinin bu nedenle bir önemi olmadığını düşünüyorum.
Ayrılma cezası
Sorunun bu sözlerle formüle ediliyor olması, kadınların eşlerini aldatma olayı nedeniyle terk etmelerinin, aldatan eşe verilmiş bir ceza olarak görüldüğü sonucuna ulaştırıyor beni…
Gerçekten de böyledir. Erkek başka kadınlarla birlikte olmaya devam ettiği halde, eşinden ayrılamıyorsa bunu bir tek şekilde yorumlayabiliriz: Sürdürdüğü ikili yaşamdan memnundur, eşini sevdiği ya da düzeninin bozulmasını istemediği için de ayrılma kararını veremiyordur. Bu durumda, aldatan eşini “cezalandırmak” isteyen kadın, evlilik bağını bitirme yoluna gider. Erkeğin bu bağlamda layık görüldüğü “ceza” budur. Eğer, evlilik bağı korunuyorsa kadın eşini cezalandırmaya gerek görmüyor demektir.
Önce aşkı vuruyorlar!
Bu mantık bizi şöyle bir sonuca ulaştırıyor: Gelip geçici bir ilişki cezalandırılmıyor, çünkü bu zaten evli erkeklerin çoğundan beklenen bir davranış. Ve kadın böyle bir ilişki nedeniyle kendisini ihanete uğramış da hissetmiyor. Çünkü bu bir tür “hastalık hali” gibi görülüyor. Böyle durumlarda gerek aldatılan eşin ve gerekse toplumun tepkisi, evli erkek ile ilişkiye giren kadına yöneliyor. Bu tür kadınlar küçümseniyor, aşağılanıyor ve kutsal evlilik bağına saldırmaya cesaret etmiş birisi olarak suçlanıyor. Sanki evlilik bağı sırasında eşe sadakat sözü verip, tutmayan koca değil de bu ilişkide “üçüncü şahıs” konumunda olan “öteki kadınömış gibi…
Ama arada “aşk” varsa işin çehresi değişiyor. Bu kez aldatma olayı biçim değiştiriyor, affedilemez bir suça dönüşüyor.
Aşkın cezalandırılıp, gel – geç ilişkilerin ödüllendirildiği bir anlayış!
Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi “adet” bu… Önce aşkı vuruyorlar!
Konunun şaka kaldırır bir yönü olmadığının farkındayım ama yine de söyleyeceğim: Evlilik kurumu ile aşk bir arada olamıyor! Öyle de olamıyor, böyle de olamıyor…