MİLLİYET

Ölü çocukların sessiz çığlıkları

  Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir peki
En büyük limanlara demirlemiş
En büyük gemiler gibi
Kımıldamıyor gözbebekleri
Ölü mü denir şimdi onlara
Edip Cansever

Bu küçük kızın fotoğrafı dün öğlen saatlerinde Milliyet’in yazı işlerine ulaştığında toplantının tam ortasındaydık.
Bağdat’ta dünkü cuma namazı sırasında çekilmişti. Reuters muhabiri Şuayib Salem tarafından..
Küçük kızın adı yoktu haberde. Belki Ayşe, belki Fatma, belki Emine…
Kimse adını bilmiyor, bence bilmek dahi istemiyor.
Dünyanın büyük başkentlerinde, sıcak odalarında oturan, isimlerini gazetelerde okuduğumuz, yüzlerini televizyonlarda seyrettiğimiz büyük büyük insanlar için onun bir isim, bir kimlik olmaması gerekiyor çünkü.
Onun bir istatistik olarak kalması gerek…
Böyle olursa acıya katlanmak daha kolay oluyor…

Beyaz kâğıtlar üzerine yan yana, alt alta yazılmış, küçük küçük rakamlar..
Herhangi bir duyguyu ifade etmeyen, mutluluktan, aşktan, yaşamaktan söz etmeyen ve sadece ama sadece gerçeklerin soğuk yüzünü anlatan rakamlar..
“Körfez Savaşı’ndan beri Irak’ta doğan her bin çocuktan 128’i öldü.
12 yılda toplam 500 bin ölü çocuk”.. 2. Dünya Savaşı’nda patlatılan iki atom bombasının öldürdüğü insan sayısının üç katı!
“Hayatta kalabilen her yüz çocuktan 23’ünde gelişme ve büyüme bozuklukları var”.. Sakat doğumlar, lösemili, kanserli çocuklar..
Süt bulamadıkları için, ilaç olmadığı için..

Kime sarılacak?
Dünya, Saddam’ı cezalandırdığını düşünüyordu onlar ölürken.. Saddam da iktidarını koruduğunu..
Ölü çocuklar ordusunun sessiz çığlıkları bu kavganın fon müziğiydi..
Küçük kız nasıl olduysa bu fotoğraf çekilene kadar sağ kalmayı başarabilmişti. Onunla birlikte doğan çocuklardan çoğu ya ölümcül hastalıklarla pençeleşiyordu ya da çoktan ölmüştü..
Peki yarın? On gün sonra? Üç ay sonra?
Bombardıman başladığında nereye sığınacak, kimin eteğine sarılıp ağlayacak?
Amerikan bombalarından kurtulsa bile, Saddam’ın kimyasal silahlarından korunabilecek mi?
Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı, Mona Lisa gibi..
Kocaman kara gözlerinde de öyle..
Hüzünlü bir tebessümdü fotoğraftan bize bakan küçük yüzü çevreleyen..
Acıyla örselenmiş ama yine de çocukça mutluluklar bulabilen, çevresinde dünya yıkılırken oyun oynamaya dalabilen bir çocuğun yüzü..
Onu benim kızımdan, sizin kızınızdan ayıran tek şey Bağdat’ta doğmuş olmasıydı. Ve tarihin bu döneminde, bu enlem ve boylamda doğmak onun seçimi değildi kuşkusuz..

Onun adı yok
O da çikolata yemek isterdi.. Barbi oynamak.. Saçına küçük kırmızı tokalar takmak.. Televizyonda çizgi film seyretmek.. Evde herkes yatmadan yatağa girmemek.. Sıska kollarıyla annesine sarılmak, babasının kucağında oturmak, kardeşleriyle sokakta koşuşturmak..
… Ve birden bir patlama duyulacak, bir gece yarısı Bağdat sokaklarında.
Alevler, haykırışlar, yıkılan binalar..
Saçları tutuşacak önce, bir çığlık atacak zamanı bile olmayacak.. Kocaman kara gözleri yanıp kavrulacak.. Bir avuç kül olacak.. Toza, dumana karışıp havaya savrulan bir avuç kül..
“Her şey bir gece içinde oldu, sabahleyin her şey tamamdı” diye anlatılacak yıllar sonra.. “Şu kadar ton bomba atıldı, bu kadar insan öldü”..
Kimse adını bilmeyecek.. Bir küçük kanat takıp uçacak, meleklerle birlikte..
Sonsuza kadar, sonsuzluğun ne olduğunu bile bilmeden..