MİLLİYET

Final maçı için ben hazırım… Ya siz Hakan?

  Milli Takım’ın yarı finale kalmasının ardından ilginç ve bir o kadar da saçma bir tartışmaya tanık oluyoruz.

Bu konuda rahat yazabilecek az sayıdaki gazeteciden biriyim. Finaller öncesinde başlatılan “Şenol Güneş’in yeterliliği – yetersizliği” tartışmasında Şenol Güneş’i destekledim. Şenol Güneş’in seçtiği takımla ilgili itirazları olanlara karşı da seçimin doğru olduğunu savundum. Merak edenler Fanatik arşivinde bulup, okuyabilirler.
Yani Şenol Güneş ve takımının başarısı konusunda bir kompleksim yok. Bu nedenle sürdürülen bu tartışmanın saçmalığı üzerine yazmaya hakkım olduğunu düşünüyorum.
Biliyorsunuz tartışma Brezilya mağlubiyeti ile başladı ve sürüyor. Milli Takım’ın kaptanı Hakan Şükür, oyuncuları “kıskananlar çatlasın” diye bağırtıyor. Bazı oyuncular “bize inanmayanlar utansın” gibisinden sözler sarfediyorlar. Bazı oyuncular internet sitelerinde benzeri görüşleri yazıyor…

Okumayın!
Şenol Güneş’in oyun anlayışının taktik olarak çok üstün olduğunu artık dünyanın başka yerlerindeki spor yazarları da kabul ediyorlar. Özellikle Japonya ve Senegal maçlarıyla ilgili olarak…
Ancak Brezilya ve Kosta Rika maçlarında oyuncu değişikliklerinde geç kalındığı, yerinde yapılmadığı da bir gerçek. Spor yazarı bunu yazmayacaksa, ne yazacak? “Bu ülkede Başbakan, Cumhurbaşkanı eleştirilebiliyor da teknik direktörler bunun neden dışında kalsın?” diye sormak lazım. Yapılan eleştirilerdeki görüşleri beğenmiyorsanız yapacağınız şey basittir: O yazıları okumamak…

Beklenti, eleştiri getirir
Oyuncuların “bize inanmıyorlar, onun için eleştiriliyoruz” iddiası havada bir iddia. Eleştiriler, tam tersine bu kadronun çok daha büyük sonuçlar alabileceğine, hatta kupayı kazanabileceğine olan inançtan kaynaklanıyor.
İlk Brezilya maçından önce bir anket yapmış olsaydık eminim futboldan anlayan herkes, beraberliğin mükemmel bir sonuç olacağında, tek farklı bir yenilgiye de üzülmemek gerektiğinde birleşecekti.
O maçtan sonra eleştiriler gereğinden sert olduysa bunun nedeni bir büyük fırsatı yakalayıp, kaçırmış olmanın yarattığı hayal kırıklığında aranmalı.
Eğer, yazarlar bu takıma güvenmiyor ve inanmıyor olsalardı, galibiyeti ya da beraberliği kaçırdık diye bu kadar üzülüp, sertleşmezlerdi.
Ayrıca unutmamak gerekir ki ilk maçtan sonra “bizden gücümüzün ötesinde şeyler bekleniyor” savunmasını yapanlar da takımın yöneticilerinden başkası değil. Gücün ötesinde bir şey beklenmediği de yarı finale çıkmakla kanıtlanmış oluyor. Beklenti buydu ve eleştiriler de bu beklenti nedeniyle yapıldı.

Niye kıskansınlar?
En saçma iddia, “kıskançlık”!
Takımın yönetimini ya da bazı oyuncuları eleştirenler başarıyı neden kıskansınlar? Hiçbiri oyunculukta ya da teknik direktörlükte bir iddiası olmayan yazarların, bu başarı nedeniyle kıskançlık duygusuna kapılmalarının ne gibi bir sebebi olabilir?
Eleştiriye tahammülsüzlük sadece bize özgü bir şey değil. Dünyanın her yerinde siyasetçi, futbolcu, film oyuncusu gibi toplumunun önünde sürekli olarak boy gösteren kişiler eleştiriye karşı tahammülsüzdür. Çünkü insanlar hatalarının yüzlerine vurulmasından, aksini ne kadar iddia ederlerse etsinler hoşlanmazlar.
Muhalefetteyken en iyi gazeteci dostu olanların, iktidara geldikten sonra en azılı gazeteci düşmanı olmalarının nedeni de budur.

Bana başkasını izlettirmeyin!
Ben şahsen bu takımın ve teknik yönetiminin yeterli olduğunu düşündüm ve hep bunu yazdım. İçim rahat. Ama bu konuda kuşkusu olanların kuşkularını yazma haklarının olduğunu da herkes kabul etmeli.
Teknik direktöre ve oyunculara güvenenler de güvenmeyenler de bir tek şeyi istiyorlar: Biz bu kupayı alabiliriz. Ne Brezilya, ne Kore, ne de Almanya bizden daha üstün…
Oyunculara şunu söylemek istiyorum: Eleştirilerle aklınızı bozmayın, son maçınızdaki gibi yürekli oynayın, Brezilya’nın da tıpkı Fransa, Arjantin, İtalya, İspanya gibi devrilebileceğini tüm dünya görsün… Bunu başkası kıskansın ya da üzülsün diye değil, kendiniz için yapın… Bir de benim için tabii… Final maçı için yerimi ayırttım, beni başkalarının maçını seyretmek zorunda bırakmayın…