Güney'de 'Hayır' kesin, 'tonu' merak ediliyor
Yaşamımda ilk kez Kıbrıs Cumhuriyeti’ne (Yani bizim Kıbrıs Rum Kesimi dediğimiz yer) ait bir devlet dairesine girdim ve karşımdaki duvarda çerçeveletilmiş kocaman bir Makarios fotoğrafını görünce de şaşırdım.
Aslında şaşırmamam gerekirdi, Makarios’un fotoğrafının eski Cumhurbaşkanı olarak bir devlet dairesine asılmasında elbette bir gariplik yoktu. Ama bütün çocukluğum boyunca rahmetli anneannem ne zaman yaramazlık yapsam beni “Makarios’a vermekle” tehdit etmişti. Freud’un haklılığının bir örneği daha diye düşündüm, çocukluk travmaları kolay atlatılmıyor!
Güney Kıbrıs’a geleli daha 24 saat olmadı ama geçmiş travmaların kolay unutulmadığının tek örneğinin ben olmadığımı görmem için bu kadar süre bile yetti.
Larnaka Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz ilk dikkatimi çeken şey, kocaman bir sokak panosu oldu.. Dev afişin üzerinde bir tank, tankın üzerinde bir Türk bayrağı ve neredeyse bir insan boyundaki harflerle yazılmış bir “Oxi!”.. (Ohi okunuyor, h’yi “ğh” gibi seslendireceksiniz, hayır anlamına geliyor.)
Buna her yerde sıkça rastlamak mümkün.. İlk “nai” (“ne” okunuyor, evet anlamında) afişine rastlayana kadar sanırım en az yirmi tane “hayır” afişi görmüş olmalıyım…
Türkiye’ye güvenmiyorlar
Afişlerin sayısı bile referandumdan Güney’de hangi sonuç çıkacağına dair yeterli bir fikir verebiliyor.
Sabah bindiğim bir taksinin şoförü otomobilin açık camından, kızlı erkekli lise öğrencilerine doğru maç tezahüratı yapar gibi bağırıyor: Ohi, ohi, ohi!
Neden “hayırcı” olduğunu soruyorum: Derin bir tahlil yapıyor! Amerika’nın Ortadoğu’yu ele geçirme projesinden, İngiltere’ye karşı verilen bağımsızlık mücadelesinden, Türk askerinin adayı hiç bir zaman terk etmeyeceğinden söz ediyor.. “Burası Kıbrıs, Yunanistan da karışmasın, Türkiye de karışmasın” diyor, “Bizim Kıbrıslı Türklerle sorunumuz yok, onlarla birlikte yaşayabiliriz..”
Benzer sözleri “hayırcı” olduğunu söyleyen hemen herkesten duyuyorum.
Derin bir güvensizlik var Türkiye’ye karşı. Anlaşmanın uygulanmayacağından, Türkiye’nin AB üyesi olsa bile günün birinde fikrini değiştirebileceğinden söz ediyorlar. Tayyip Erdoğan’ın barış çabalarını takdir ediyorlar ama kafalarının bir köşesindeki şüpheyi yenemiyorlar: Ya bir gün Türkiye’de Devlet Bahçeli gibi düşünen birisi başbakan olursa?
‘Hafızalar’ da farklı
“Hayırcı”ların gazeteye verdikleri bir ilan var.. Üzerinde Erdoğan, Gül ve Orgeneral Özkök’ün fotoğrafları olan bir ilan.. Üzerinde şöyle yazılı: İşte garantörlerimiz! İlanın altında bir de espri yapılmış: Onlara güvendiğimiz için “evet” diyoruz!
Sabah karşılaştığım kişilerin çoğu devlet memuru.. Hepsinin görüşü anlaşmadaki garantilerin yeterli olmadığı.. Derogasyonların AB üyesi olmuş bir ülkede neden gerekli olduğunu soruyorlar.. Türklerle bir arada yaşayabileceklerini söylüyorlar. Annelerinin en iyi arkadaşlarının zamanında bir Türk olduğundan, birlikte yoğurt, ekmek yaptıklarından söz ediyorlar.
Kimse 1963 ile 1974 arasında yaşananları hatırlamak istemiyor belli ki..
Burada hatırlanmak istemeyen şey, adanın kuzeyindeki birçok kişi için “hiç unutulmayan” olaylar olarak hafızalarda hâlâ..
Görülüyor ki her iki kesim için de asıl sorun, “empati”nin yeterince gelişmemiş olması.. “Ben onların yerinde olsaydım?” sorusunu kimse sanırım kendisine sormuyor.. Sonuç: İki tarafın da “hayırcı”ları, anlaşmadaki güvenceleri yeterli bulmuyor.
Umut, ‘yumuşak hayır’da
Gördüğüm şeylerden biri de şu ki, AB’nin, Amerika’nın ve İngiltere’nin planın kabulü yolunda yaptıkları baskılar halkta olumsuz bir etki de yaratıyor. “Bıraksınlar da kararımızı biz verelim” diyenlerin sayısı hiç de az değil.
Sokaklardaki afişlere bakarken bir şey dikkatimi çekiyor: Annan’ın adı hepsinde “Anan” olarak yazılmış.
Türkiye’deyken, Rauf Denktaş’ın “Annan Planı”ndan söz ederken neden “Ananın planı” dediğini bir türlü anlayamıyordum. Bunu planı aşağılamak için yapılmış bir kelime oyunu gibi görüyordum.
Demek ki Kıbrıs’ta “Annan”a, “Anan” demekte bir gariplik de yokmuş!..
İlk gün izlenimlerim, BM Güvenlik Konseyi’ndeki Rus vetosunu da duyduktan sonra netleşiyor: Burada referandumdan “hayır” çıkacağı kesin gibi..
Şimdi merak edilen tek şey şu: Bu ezici bir çoğunlukla seslendirilen “güçlü bir hayır” mı olacak, yoksa “evet”lerin de hatırı sayılır bir orana ulaşmasıyla ortaya çıkacak “yumuşak bir hayır” mı?
“Bir ikinci şans” daha olacağını söyleyenlerin umudu “yumuşak bir hayır” çıkacağı yolunda.
Öyle görünüyor ki New York zirvesinde varılan mutabakattan sonra Kıbrıs sorunu çözüldü diye sevinenler, çok acele etmişler!