Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İnsanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz…

 İki gündür tembellik yaptığım için yazılarımı yazmadığımı düşünüyorsunuz belki ama bunun aslında bir tek nedeni var: Kıta değiştiren bir uçuşun ardından saat farkının insan vücuduna oynadığı oyun..

Son yazımda ABD’de olduğumu yazmıştım.
Hâlâ oradayım ve dünya yüzündeki alışveriş cennetinde, “kral” olmanın tadını çıkarıyorum.
“Tüketicinin kral” olduğu, her türlü kaprisine boyun eğildiği, onu memnun etmek için insanların çılgınca kendilerini paraladıkları bir cennet ülkesi..
Kahveniz mi soğudu, yenisi hazır.. Yemeğiniz tabağınızda mı kaldı, beğenmediyseniz başka bir şey verelim.. Sabah aldığınız gömleğin daha ucuzunu öbür dükkânda buldunuz ya da eve gidince rengini beğenmediniz; getirin, parasını geri alın gidin.. Kimseye bir açıklama yapmak zorunda olmadan..
Birisini beklerken vakit geçirmek için girdiğiniz ve tezgâhın üzerindeki bütün giysileri dağıtıp bir şey almadan çıktığınız halde tezgâhtarların sizi teşekkür ederek uğurladıkları bir dünya: Bizi ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz, yine gelin..

IMF’cileri düşününce…
Bizim ülkemizde de “tüketici memnuniyetini” ilke edinmiş mağazalar elbette var ama unutmayın ki bazı esnaftan dayak yeme olasılığınız da hiç az değil..
Öteden beri yurtdışındaki dükkânları gezerken en çok zevk aldığım şeylerden biri, etiketinde “Made in Turkey” yazan malları tezgâhta görmektir..
Onları orada kuzu kuzu yatar görünce içim ısınır, mutlaka bir şey almam gerekirse de onlardan birini almak isterim.
Yine öyle oldu, ancak kafamda bu kez IMF’cilerin söylediği sözler de vardı.. Ve gazetelerde bunun üzerine yazılan yazılar…
Hani Türkiye’de ücretlerin göreceli yüksekliği ve rekabet şansımızı korumak için daha az ücrete razı olmamız gerektiğine ilişkin tartışmalar…
Bizim bütün tartışmalarımızda olduğu gibi meseleyi olabildiğince basitleştiren ve sonucunda “işçi dostu-işçi düşmanı” ikilemine indirgeyen tartışmadan söz ediyorum..
Benim yazacaklarım bu tartışmaya bilimsel bir katkı amacı taşımıyor. Sıradan bir tüketicinin sıradan gözlemleri bunlar..
Birinci gözlem: Etiketinde “Made in Turkey” yazan hiçbir “teknoloji ürünü” yok.. MP3’ler, iPod’lar, bilgisayar oyun tezgâhları ve oyunları, dijital fotoğraf makineleri gibi sıradan tüketicinin hızlı tüketimine sunulan ürünler bunlar..
İkinci gözlem: Etiketinde “Made in Turkey” yazan ürünler genellikle tekstil ürünleri.. Gurme marketlerindeki bazı şarapları ve peynir, zeytinyağı gibi ürünleri de saymalıyım.
Üçüncü gözlem: Tekstil ürünlerinin etiketlerinde “Made in Turkey” dışında rastladığım orijinler şunlar: Honduras, Porto Riko, Endonezya, Malezya, Romanya, Çin…
Dördüncü gözlem: Türkiye’nin ABD’ye tekstil ihracatında göreli bir azalma var mı bilmiyorum. Ama benim sıradan tüketici gözlemim şu: Eskiden örneğin Banana Republic’te 10 değişik gömlek varsa 6-7’si Türk malı olurdu, şimdi 1-2’si Türk malı…
Dediğim gibi bunlar Güngör Hoca’nın tabiriyle “saf ve temiz bir Anadolu çocuğunun” bilimsel hiçbir temeli olmayan, sıradan gözlemleri..

Hem öyle, hem böyle!!
Tablo böyle olunca, ulusal rekabet gücünüzü korumak için ne yapmalısınız?
Ya daha pahalı olan teknolojik ürünler üretip satmayı başarmak için gerekli insan gücüne ve donanımına sahip olmalısınız.. Ya da nüfusu aşırı kalabalık olan, tek rekabet şansı ucuz işçilik olan ülkelerle rekabet için ücretlerinizi onların seviyesine çekmelisiniz…
Hem gömlek-tişörtten başka bir şey yapmam, hem de iPod üreten işçinin-mühendisin aldığı parayı isterim derseniz, bu istek gerçek hayatta müşterileriniz tarafından hoş karşılanmaz..
Sanıyorum, IMF’cilerin dikkatimizi çekmek istedikleri konu da esasen buydu..
Tezgâhlardaki Türk malı tişörtleri elimle okşarken onların karşılaştıkları tepkiyi düşündüm..
Bir eski halk deyişini hatırladım. Terbiye sınırları içine çekmek için bir miktar değiştirerek buraya da aktarayım: İnsanoğlu gariptir, her lafı kaldırmaz / İnek dersin kızar, sağarsın aldırmaz!