Hem annemi, hem babamı, ben köyümü özledim!
Ailesinden uzak düşmüş küçük çocuklar en çok annelerini özlerler… Babalarını, kardeşlerini de özlerler ama en çok annelerini…
Eğer 12 yaşındaysanız ve bir yatakhanenin kefeni çağrıştıran beyazlığı üzerinize çökmüşse özlemi burun kemiğinizin içinde hissedersiniz.
Acemice çalınan bir bağlamanın etrafında toplanmış, çizgili Sümerbank pijamaları içindeki çocukların hepsi bunu bilir…
Boğazlarına takılan bir yumrunun gözyaşına dönüşmesini önlemeyi de öğrenirler.
Çünkü tepenizde rengi artık sararmış bir beyaz karpuzun içindeki lamba yanarken gözyaşlarınızı saklayamazsınız.
İçlerinden biri o yumrunun yukarıya doğru hareket edip, gözyaşına dönüşmesini engelleyemezse onun başına neler geleceğini de iyi bilirler…
Çünkü çocuklar acımasızdır.
Daha annelerinden başka hiçbir kadının sevgisini yaşamamışlardır ama hepsi kendisini erkek zanneder.
Erkeklerin ağlamaması gerektiğini de iyi bellemişlerdir.
Bunu yatakhanelerin soğukluğunda, yemekhanelerin ağır yağ kokusunda, etüt odalarının tozlu, kirli havasında öğrenirler.
Bir yumru takılır boğazlara…
Yatılı okul çocukları, yakın evlerin balkonlarından taşıp, yatakhanenin açık penceresinden içeri giren kadın kahkahalarını, tabak, çanak tıkırtılarını müzik gibi dinlerler…
Baharın gelmesini, havaların ısınmasını, yatakhane camlarının açık kalmasını en çok bu yüzden isterler.
Cumartesi öğlenleri evcilerin bir afra tafrayla okulun büyük bahçe kapısından çıkıp gidişlerine bakmamaya çalışırlar.
Kıskandıklarının anlaşılmamasını isterler…
Saçlar suyla ıslatılıp iyice tarandıktan sonra 14.30 seansına yetişmek için sokağa çıktıklarında bunların hepsi geride kalır…
Taa ki saat 17.00 olup, yoklamaya yetişmek için koşar adımlarla yokuşu tırmanmaya başlayana kadar…
Evlerin ışıkları da yanmış olur o saatte… Tüllerin arkasında bazı kadın gölgelerinin telaşlı bir hareket içinde olduklarını görürler… Akşam yemeğinin hazırlanmaya başladığını anlarlar… Aynı yumru yine gelir, takılır boğazlarına…
İşte o türküler…
Cumartesi gecelerinin tek eğlencesi bir bağlamanın ya da gitarın etrafında toplanıp şarkı türkü söylemektir.
O an kendilerini Peter Pan’ın “Neverland”inde hissederler. Gerçekten de öyledir… O anda yatakhane “hiçbir yerödir artık…
Öyle gecelerde yüzlerce türkü öğrendim.
Şimdi, aradan otuz yıl geçtikten sonra öğrendiğim türküleri yeniden hatırlamama Mahsun Kırmızıgül’ün “Yüzyılın Türküleri” albümü neden oldu…
Türküler eskiden hayatımızın içindeydi. Sonra çoğunu unuttuk, gitti…
TRT’nin, gerçek sanatçıları “Yurttan sesler”, “Şimdi türküler ve oyun havaları” kalıbının içinde yok etmesinin de rolü var bunda… Kötünün her zaman iyiyi kovmasının da…
Mahsun’un “Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi” diye başlayıp 30 güzel türküyle devam eden albümü, insanın içini bayan bütün o fantezi ve arabesk şarkılardan sonra yeni bir sayfa açıyor.
Büyük virtüöz Arif Sağ’ın sazı adeta canlandıran vuruşları ve Mahsun Karmızıgül’ün “bağrı yanık tenor” sesi, şimdi tebessümle hatırladığım eski günlerin de gözümün önünde yeniden canlanmasına yol açtı.
Dün odamda albümünü dinlerken Mahsun, beni “Neverland”e yeniden götüren Peter Pan gibiydi sanki… Hiç unutulmayacak arkadaşlıkların, üzüntüyü ve sevinci paylaşmayı bilen çocukların ülkesine… Annelerini çok özleyen çocukların diyarına…