Önümüzdeki 30 yıl içinde, Marmara Denizi’nde İstanbul’u da etkileyecek bir depremin olacağını artık sağır sultan duydu.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, bu nedenle doğal olarak medyanın kapısını en çok çaldığı isimlerin başında geliyor.
Körfez Depremi’ne kadar adını bilmediğimiz, varlıklarından haberdar bile olmadığımız birçok bilim adamı da bu nedenle medyanın en sıkı izlediği insanlar oldular…
Erken kaybettiğimiz Prof. Dr. Aykut Barka, Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Celal Şengör ve daha niceleri…
Körfez Depremi bizlere unutulmaz acılara ve büyük madi kayıplara mal oldu ama hiç değilse bu konuda dünya çapında bilim adamlarımız olduğunun da farkına varmamızı sağladı.
Hayat kurtaran sözler…
Öğrenemediğimiz şey, şimdi bu bilim adamlarımızın söylediklerinden yola çıkarak, yapılması gerekenleri yapmaktır…
Gazetelerde Bakanlar Kurulu toplantısında bazı bakanların Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’yı ağır şekilde suçladıklarını ve eleştirdiklerini hayretler içinde okudum.
Amaç korkutmak değil
Bazı bakanların Prof. Dr. Işıkara’yı “medya hastalığına yakalanmakla” suçladığını görünce de sinirlendiğimi itiraf etmeliyim.
Okuduğum haberlerde bir bakanın Prof. Dr. Işıkara için “Ha yarın ha öbür gün deprem olacak diye milletin rahatını kaçırıyor” dediğini de gördüm.
Gerçekten öyle mi? Bilim adamları bir medya hastalığına mı yakalandılar? Medyada görünmek için gereksiz bir korkuyu mu pompalıyorlar?
Böyle olduğunu düşünmek için insanın izandan yoksun olması gerek…
Bu bilim adamlarımız olmasaydı, geleneksel bir Türk hastalığı Körfez Depremi’nden sonra da nüksedecek ve yeni bir depreme kadar her şeyi unutacaktık.
Ama bunun olmasına bilim adamlarımız ve Türk medyası izin vermedi.
Deprem korkusuyla tir tir titremek yerine, depremle birlikte nasıl yaşayabileceğimizi, kayıplarımızı nasıl azaltabileceğimizi düşünüyoruz şimdi.
Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların kaynaklarının da harekete geçirilmesi bu sayede mümkün olabiliyor.
Küstürmek şart mı?
İstanbul demek Türkiye demek… Türkiye’nin yüzlerce yıllık servet birikiminin en önemli parçası bu kentte.
Fabrikaların önemli bölümü, bankalar, büyük şirketlerin merkezleri bu kentte.. Dev hastaneler ve üniversitelerimizin önemli bölümü de…
Türkiye’nin sahip olduğu yetişmiş insan potansiyelinin çok önemli kısmı da bu kentte ve çevresinde yaşıyor. Üniversite hocaları, sanatçılar, mühendisler, mimarlar, doktorlar, kalifiye işçiler, bankacılar, iş adamları, sanayiciler…
Ne zaman geleceğini kimsenin bilmediği ama 30-40 yıl içinde olacağı bilinen bir deprem böyle bir kenti tehdit ediyor.
Bu konuyla ilgili olarak kamuoyunu uyarmak, yaklaşan tehlikenin çapını anlatmak ve tedbir alınmasını sağlamak bilim adamlarımızın aynı zamanda içinde yaşadıkları topluma karşı görevleridir.
Günlük siyasi kaygılarla bu görevlerini yerine getiren insanları küstürüp, susturmak hiç kimseye fayda sağlamaz.
Onları susturmaya çalışmak yerine bir siyasetçi olarak şu soruyu kendinize sormalısınız: Bilim adamlarının endişelerini gidermek için ben kendi payıma ne yaptım? Yapmam gereken daha ne işler var? Tek bir binayı bile depremde yıkılmayacak kadar güçlendirirsem kaç kişinin hayatını kurtarırım?