İnsan hayatını ne zaman değiştirebilir?
Bana gönderilen kitapların hepsini okuma olanağım ne yazık ki yok. Bu yüzden bazılarını gazetedeki arkadaşlarıma veriyorum ki, içlerinde ilginç bir şey varsa haberimiz olsun..
Geçen gün masamın üzerinde biriken kitapları ayıklarken bir tanesini tesadüfen kapımın önünden geçen bir muhabir arkadaşıma uzattım..
Adı “Hayatınızı değiştirecek öyküler!”… Kitabın üzerinde şöyle bir not da yazılıydı: “Bir şey yapmıyorum da ne demek, yaşıyorsun ya?”
Kitabın adını okuyan arkadaşım şöyle dedi: “Bu saatten sonra hayatım değişse ne olur?”
Birisi yaşamındaki herhangi bir konuyla ilgili olarak söze “bu saatten sonra..” diye başlıyorsa işin içine mutlaka hayata yeniden başlamaya “engel” oluşturacağını düşündüğü yaşı giriyordur.
‘Bu saatten sonra’ denince..
Bilebildiğim kadarıyla arkadaşımın böyle bir sorunu olması için daha çok yılların geçmesi gerekiyor ama bir kadının ağzından “bu saatten sonra hayatım değişse ne olur” sözünü duymak insana ister istemez “yaş sorununu” çağrıştırıyor.
Arkadaşımdan daha sonra bir e – posta aldım.. Kitapla neden ilgilenmediğini açıklayan bir not yazmıştı. Şöyle diyor:
“Siz belki de artık yaşlandığımı düşündüğüm için o sözü söylediğimi zannettiniz ama kitabı okumak istemememin nedeni bu değil.
“Ben kırkından sonra her şeyden vazgeçmiş, her şeye gecikmiş, yorulmuş değilim. Ancak bizim gibi toplumlarda kırkından sonrakilere acımasız ama en gerçek yakıştırmadır bu. Gerçektir, çünkü hayatla kurduğunuz ilişkide size neyin yakışıp yakışmadığına tam da bu yaş haddiyle karar verilir.
Siz neyseniz, dünya o mudur?
“Bazılarımız bu yakıştırmayı insan yaşamının anlamını hazda bulan Hedonizm felsefesiyle açıklamak isteyebilirler ama ben burada doğu filozofu J. Krishnamurti’nin “Siz neyseniz, dünya odur. Görmek hiçbir sanısı, hiçbir kuralı olmayan bir zihin gerektirir” sözüne sığınmak istiyorum.
“Dolayısıyla ‘Bu saatten sonra hayatım değişse ne olur’ sözü, benim için farklı bir anlam taşıyor.
“Belli ki ve herkes biliyor ki dünyayı sevmeyip sadece ondan yararlanıyoruz. Ruhumuzu yükselen trendlerle besliyoruz. Ve gittikçe güç kazanan ‘yarışma’ duygusuyla yok oluşumuzun ayırdına varamadığımız için de ‘bir şey’ olamıyoruz. İnsan zekâsını, yeteneğini, bilgisini, emeğini sıfırlayan bir çarkın içinde bir insan bırakın dünyayı, kendi dönüşümünü başarabilir mi? Ya da ne kadar kendisi olabilir?
“Krishnamurti haklı; ‘neyseniz, dünya o kadar’ işte.. Görmediğimiz sürece de ne yaşadığımız hayat üzerine ne de yaşamak istediğimiz hayatlar üzerine fikir sahibi olamayız diye düşünüyorum.
Aslında kitabı bu yüzden geri verdim; ‘Birşey yapmıyorum da ne demek yaşıyorsun ya?’ sözündeki iticiliğe… Benim gibiler de bu sıkıntıyı besleyen de bu boşluktur zaten.”
O ‘maskeyi’ düşürmek gerek
Arkadaşımın “sığındığı” Krishnamurti, tam da bir doğuludan beklendiği gibi konuşuyor aslında.
Evet, biz neysek dünyayı ve yaşamı da öyle algılarız ama etrafımızda olup bitenleri fark edebilmek için ihtiyacımız olan tek şey de zihnimizi tamamen boşaltmak ve o güne kadar yaşadığımız hayattan kendimizi soyutlayabilmek değildir..
İnsanın kendi yaşamı üzerindeki asıl egemenliği düşüncesindedir, iradesinde değil..
Ben tam tersini Ortega Y. Gasset’e “sığınarak” söylüyorum: “Ben, çevremde bulunan, kendimin de bir parçası olduğum o bilmecenin maskesini düşürmek isterim: kiminle iş gördüğümü, yaşamımın kime bağlı olduğunu bilmeyi isterim. Dünyanın tasarılarını ve tutumunu bir kez sonsuza kadar öğrenmeyi isterim, çünkü içinde asıl görevimin ne olduğunu ancak böyle keşfedebilirim.”
“Yaşamımız bizim olan tek şeydir ve ancak kendisi üstüne açık seçik düşünceler geliştirdiğimiz oranda yaşam olarak ayakta kalabilir..”
Bunu başarabildiğimizde yaşamımızın kalan kısmı, aslında yaşamımızın da tamamı haline gelir. Ve önünüzde yaşayacak “bütün bir hayat” varken onu istediğiniz gibi değiştirebilir, biçimlendirebilirsiniz.. Son üç gününüz kaldığında bile..