MİLLİYET

İstanbul sembol eksikliği mi yaşıyor ki?

 Arkadaşımız Mehmet Demirkaya’nın cumartesi günü Milliyet’te yayımlanan “İstanbul’a 110 metrelik Semazen Heykeli” haberini okurken tebessüm ettim.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sözleri buna neden oldu:
Topbaş, muhabirimize şöyle diyordu: “Kimseye angaje olmuş değiliz. Yap, işlet olarak vermeyi düşünüyoruz. O nedenle maliyeti konusunda şimdiden bir açıklama yapmam doğru olmaz. Heyecanı olan yatırımcılara açık olduğunu söylüyorum.”
“Heyecanlı yap – işlet yatırımcılarına açık” olan “şey” bir heykel..
İçinde cami, sinagog, kilise bulunan, “camlı göbeğinde” bir de restoran çalıştırılacak olan bir “anıt”..
Üç ilahi dinin mabetlerinin nasıl “işletileceği” sorusunu bir kenara bırakıyorum. Çünkü soru böyle ortaya konunca ciddi bir şeyler yazabilmek mümkün değil.
O nedenle bu “dev heykel fikri” üzerinde durmaya çalışacağım.
Ronaldo’nun hareketi
İçinde yer aldığı kentin sembolü haline gelmiş böyle dev heykeller birçok yerde var.
En ünlüsü New York’un Özgürlük Anıtı sanırım..
Bir de Rio de Janeiro’daki “Corcovado’nun İsa’sı” ya da “Andların Mesihi” olarak bilinen heykel..
Brezilyalı futbolcu Ronaldo’nun gol attıktan sonra ellerini iki yana açıp sahada koşturması bu heykelden kaynaklanıyor. Gerçi bizim okuma yazmayla başı pek hoş olmayan bazı futbolcularımız da bu “sevinç gösterisini” tekrarlıyorlar gol attıklarında ama sanıyorum onlar “uçak” yaptıklarını düşünüyor olmalılar. Aksi “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” oluyor çünkü..
Anlamları farklı
Bunlardan başka az sayıda kişinin bildiği ama bence gerçekten çok güzel ve anlamlı bir kadın heykeli olan “Kartlis Deda” var. Gürcistan’ın başkenti Tiflis’teki bu heykel “Gürcü Ana” diye biliniyor.
Bir elinde şarap tası, diğerinde kılıç taşıyor. “Dostluk için gelenlere şarap, düşmanlık için gelenlere kılıç var” anlamında..
Kiev’deki, Saint Petersburg’daki “İkinci Dünya Savaşı sonrası”nda yapılmış ve Stalinist sanat anlayışını yansıtan kentsel anıtları da bunlara katabiliriz..
O kadar çok var ki
Bütün bu heykellere bakıp İstanbul’a da böyle sembol olacak bir heykel gerekir diye düşünmek bana doğrusu biraz saçma geliyor.
New York’taki heykel yapıldığında henüz New York’un simgesi haline gelen gökdelenler ortada yoktu..
Rio ve Tiflis’teki “simge anıt”lar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu kentlerde de insan eliyle yapılmış ve kenti simgeleyecek başka anıtsal yapılar yoktur çünkü..
İstanbul için bir sembol aranıyorsa “insan eliyle yapılmış” o kadar çok sembol bulabiliriz ki…
Cumhuriyet dönemi için Boğaziçi Köprüsü, daha eski dönemler için Ayasofya, Sultanahmet Camii, Galata Kulesi, Beyazıt Kulesi gibi..
Başkan Topbaş, hayalini kurduğu heykeli “Marmara Denizi açığından kente gelirken ilk algılanacak anıt olarak ortaya çıkacak ve sonra İstanbul’un asıl silueti belirecek” diye anlatıyor.
Demek ki İstanbul’a gelenlerin çok küçük bir bölümü, bu heykeli fark edip İstanbul’a geldiklerini anlayacaklar..
Fanteziyi bırakırsak
İstanbul, kendisi kadar tarihi olan başka şehirlerle kıyaslandığında “heykel fakiri” bir kent. Bunu kabul ediyorum. Ama bu özelliği bile İstanbul’a bir dönem hâkim olmuş siyasi – dini anlayışın bir sonucu olarak “değerli”dir diye düşünüyorum.
Dolayısıyla bu kenti bir tek “heykelle” sembolize etmek fikri, aslında kentin tarihinden de bir kopuş demek.
Heykel eksikliği şimdi, tarihin bu döneminde kapatılacaksa, bu da böyle dev tekil örneklerle olmamalı..
Bu, “heykel”i kent halkına sevdirecek, kentli yaşamımızın bir parçası haline getirecek bir girişim olacaksa da bir tane yetmez, büyüklü küçüklü her meydana güzel heykeller koymakla gerçekleşebilir.
Siyasetçilerin büyük hayaller peşinde koşmalarını, büyük projeleri gerçekleştirmelerini desteklerim aslında.. Süleyman Demirel’in GAP’ı böyle bir şeydi ve sadece bir bölgenin değil, bütün bir ülkenin de yaşamında önemli bir yer edindi.
Başkan Topbaş da böyle fanteziler yerine daha ayağı yere basan büyük projeler geliştirmeli diye düşünüyorum.