MİLLİYET

Kafayı türbana takanlardanım.. Neden mi?

 Dünya Kadınlar Günü kutlamaları Türkiye’de beklendiği gibi yine “türban” tartışmaları etrafında yoğunluk kazandı.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, “türban”ın demokratik bir hak olarak savunulmasının aslında demokratik açılımlara karşı bir tutum olduğunu vurguladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da tam tersini, “türban yasağının bir tür cinsel ayrımcılık olduğunu” söyledi.
Bir öğretmen sendikasının başkanı bir adım daha ileri gidip “Doğu Anadolu’da kızların da okula gidebilmesi için harem – selamlık sınıflar” önerebildi.
Milli Eğitim Bakanı da bu kervana Viyana’dan katıldı. “Türkiye’de türban takanlar ve kafayı türbana takanlar var” dedi..
Ben Milli Eğitim Bakanı’nın tarif ettiği ikinci gruptayım.
“Kafayı türbana takmış” olmamın nedeni, bazıları gibi türbanı laik düzen için bir tehdit olarak görmemden kaynaklanmıyor. Ama başka bazıları gibi “türban”ı kadının toplumsal yaşama katılması için kaçınılmaz masum bir aksesuar olarak da görmüyorum.

Türban dayatması
İslam toplumlarının birçoğunda kadın cinselliğinin “tehlikeli” görüldüğünü, toplumu bu tehlikeden korumak için kadınların “çador”, “çarşaf”, “burka” gibi giysiler içine sokulmalarının mecburi kılındığını biliyoruz.
Bunun nedeni, en geniş anlamıyla, kadınların erkekleri “kışkırtmalarının” önüne geçebilmektir. Sadece tepeden tırnağa örtünerek cinselliğini kaybetmiş, aseksüelleşmiş kadının toplumsal yaşam içinde yer almasına izin verilir.
Bunun Türkiye’deki uzantısı ise türban ve onunla birlikte giyilen bol pardösü benzeri giysiden başka bir şey değildir.
Toplumsal yaşama serbestçe katılmak isteyen kadınların “türban” dayatmasıyla karşılaşmalarının ve bunun üstelik bir de “kişisel özgürlük sorunu” olarak tarif edilmesinin ardında kadının, erkeklerden farklı bir ikinci cins olduğu düşüncesi yatıyor.

Bir ayrımcılık sembolü
Doğal ve biyolojik farklılıklardan değil, toplumsal cinsiyet tariflerinden söz ediyorum.
Örneğin birçok kökten dinci için ipek kravat, altın yüzük takmak da İslama uygun bir giyiniş biçimi değil ama bunların büyük bir çoğunluğu toplumsal konumlarının gereklerini yerine getirmek için Batılı Hıristiyanlar gibi giyinmekte bir sakınca görmüyor.
Oysa aynı özgürlük kadınlar için söz konusu bile edilmiyor.
Benim türbana kafayı takmış olmamın nedeni, türbanı cinsiyet ayrımcılığının bir sembolü olarak görmemden kaynaklanıyor.
Türbanı, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının güçlü bir sembolü olarak görüyorum.
Kadını toplumsal yaşamın dışında tutmaya çalışan bir yaklaşımın elle tutulur, gözle görülür bir örneği olduğu için türbana karşıyım.

Not: Bu konu üzerine düşünmek ve tartışmak isteyen okuyucularıma, psikoterapist Pınar İlkkaracan’ın bu yıl başında yayımlanan bir kitabını okumalarını öneriyorum. İslam dünyasının önde gelen kadın düşünürlerinin makalelerini içeren bu derleme, Müslüman toplumlardaki cinsiyet ayrımcılığına Türkiye’deki politik tartışmalarda pek rastlamadığımız bir bakış getiriyor: Pınar İlkkaracan, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, İletişim Yayınları.