A risto’nun bir sözünü hatırlıyorum: “Doğru söylersen insanlar, yalan söylersen Tanrılar seni sevmez.”
Erkeklerin günlük yaşamını zehir eden bir ikilemdir bu… Bir tek şartla: Aristo’nun sözündeki “insanlar” ve “Tanrılar” kelimelerini “kadınlar” ile değiştirmek gerekir…
Doğru söylersen kadınlar, yalan söylersen kadınlar seni sevmez!
Her erkek, yaşamının bir bölümünü paylaştığı her kadından gelen terletici sorularla karşılaşır.
Saçım iyi olmuş mu?
Elbisem üzerimde iyi duruyor mu?
Yemeği beğendin mi?
Beni seviyor musun?
Vereceğiniz yanıt ne olursa olsun beğenilmez.
Hiçbir cevap tatmin etmez
Olumlu yanıtlar “beni ciddiye almıyorsun, benimle ilgilenmiyorsun, doğru söyle” tepkisiyle karşılanır.
Ara çözümler de kadınları tatmin etmez, hatta daha da sinirlenmelerine yol açar: Evet fena olmamış ama kâhkülün güzel gözlerini görmemi engelliyor… Bu renk sana çok yakışmış, acaba biraz daha mı kapalı olsaydı? Yemek harika, oradan tuzu uzatır mısın? Hâlâ burada olduğuma göre, seni seviyorum demektir… Bunlar en hafifinden bir tartışmanın başlaması ve gecenin zehir olması ile sonuçlanırlar…
Olumsuz yanıtların ardından gelecek salvonun şiddeti, ilişkinin o andaki durumuyla orantılı olarak değişir ki bunu düşünmek bile istemem…
İlişki terörizmi
Jacques Salome ve Sylvie Galland, “Ah kendime bir kulak versem” isimli kitaplarında bu durumu “ilişki terörü” olarak kavramlaştırıyorlar.
Nasıl, politik terörizm, bir güvensizlik ortamı yaratarak insanların tutumlarını değiştirmeyi hedefliyorsa, ilişki terörizmi de aşk ve sevgi adına bir tür şiddet uygulamasıdır…
Yazarlar bu “şiddet”in ailenin bir araya geldiği yemek masalarında, evlerdeki lambaların yumuşak ışıkları altında, yatakta, tatilde, kısacası her yerde ortaya çıkabildiğini söylüyorlar.
Şiddetin derecesi, “teröristin” ilişkiden beklentisi ve buna bağlı hayal kırıklıklarıyla doğru orantılı…
Bunun mutlaka bir kavgayla sonuçlanması da gerekmiyor, yazarlara göre… En genel tabiriyle “surat asmak” da ilişki terörü olarak nitelendiriliyor.
Bensiz eğlendin öyle mi?!
Hayatınızda bir kez bile iş arkadaşlarınızla çıktığınız bir akşam yemeğinden eve geç döndüyseniz bu “saldırı” ile en az bir kez karşılaşmışsınız demektir..
Surat asmanın bir tek anlamı vardır, böyle durumlarda: “Demek ki bensiz de eğlenebiliyorsun, ben de bunu senin burnundan fitil fitil getiririm o zaman…” Elbette bu yüksek sesle hiçbir zaman söylenmez ama o sırada akıldan geçen de sadece budur…
Hatta yemeğe çıkılırken telefonda şu bile söylenmiş olabilir: “Ben de zaten televizyonda Asmalı Konak’ı seyredeceğim, yorgunum erken yatarım, sen keyfine bak…”
Ama eve gelip kapıyı açtığınızda duyacağınız şu cümle tüm keyfinizin kaçmasına ve uzun süren bir “suskunluk mücadelesinin” başlamasına yol açar: “Daha erken dönersin sanıyordum…”
Uzaklar ve sınırlar…
Yazarlar böyle durumlarda “teröristin” dürtüsel bir şekilde eyleme geçtiğini söylüyorlar. Belirli bir amacı olmadan, çoğu kez bilinçsizce yapılan bir saldırı… Ama ilişkiye inanılmaz bir kurnazlıkla ustaca yerleştirilen, beklentileri yıkıp, güzel düşünceleri havaya uçuran bir bombalı saldırı!
Bu terörle mücadele etmenin yolu “daha iyi bir arkadaş olmak” olarak açıklanıyor. Bunu nasıl yapacağınızı bulmak da size kalıyor elbette… Ama en önemli olanın kişinin kendisiyle barışık olması olduğu özellikle vurgulanıyor.
Ve ders alınması gereken bir de “son söz”ü var yazarların: “Daha uzaklara gidebilmek için, önce sınırların var olması gerekir.”