”Sene 1998. Kudüs’te mahkeme salonu gergin. Tam on iki yıl önce, New York’ta bir soykırım müzesi yaptırmak üzere Kudüs’ü ziyaret eden haham David Blumenfeld’i başından kurşunlayan FKÖ’nün Suriye destekli radikal eylem grubu üyesi Ömer Hatip, sağlık koşulları göz önüne alınarak serbest bırakılması talebiyle mahkeme kararını bekliyor. Çoluk çocuk bütün ailesi mahkeme salonunun sıralarını doldurmuş. Yakınları heyecan içinde.
Bir de Laura diye bildikleri Washington Post gazetesinin muhabiri Amerikalı kızcağız orada. Bir süredir ‘intikam’ konusunu incelediği gerekçesiyle aile, Ömer ve örgüt arkadaşları ile hapishaneye yazarak röportajlar yapan tuhaf bir kadın. İlk gördükleri andan itibaren kanları kaynadı bu şirin kadına. Ömer’in hapiste çürüyüp gitmesine dayanamadıklarını anlattılar, dert yandılar Laura’ya. ‘Ne olacak?’ dediler, “Alt tarafı bir Yahudi idi vurduğu, üstelik kişisel bir mesele değil bu, her Filistinlinin yapması gereken bir şey, bir hizmet, bir onur, bunun için hapiste çürümesi hak mı, hukuk mu?” dediler.
Şaşırtan tanık
O sesini çıkarmadı, dinledi onları, not tuttu, yazdı defterine söylediklerini. Şimdi bu önemli anda o da aralarında. İşte tam, Ömer’in ailesinin fertleri bunları düşünürken, savcı, Laura’yı vekil olarak kürsüye çağırdı. Bu beklenmedik gelişme, İsrailli yargıç dahil salondaki herkesi şaşırttı. Ne alakası var diye düşündü herkes. Savcı, Laura’nın yerine yerleşmesini bekledikten sonra yargıca ve mahkemeye onu tanıttı: “Bu hanım, Ömer Hatip’in kafasından kurşunladığı haham David Blumenfeld’in kızı, Laura Blumenfeld’dir. Ömer Hatip’in serbest bırakılması için söyleyeceği şeyler var yargıç bey.”
Ömer’in ailesinden hayret nidaları yükseldi bir anda. Hıçkırıklar, bağrışmalar oldu. Demek bunca zaman evlerine gelen, kalplerini açtıkları kadın, “O Yahudi’nin kızıymış!” Gürültü kesilince Laura konuşmaya başladı. Uzun süredir Ömer ve ailesiyle temasta olduğunu, onlarla kimliğini tam açıklamadan görüştüğünü anlattı yargıca. Ömer’den ve ailesinden özür diledi. Sonra bu görüşmelerinden çıkardığı sonucu ve mucize kabilinden hayata geri dönen babasının arzusunu açıkladı herkese: “Ömer cezasını çekti, işlediği suçun bedelini ödedi, bir daha böyle bir suç işlememeye söz verirse, can yakmamaya yemin ederse babam ve ben serbest bırakılmasını talep ederiz, şikâyetimizi geri çekeriz.” Buz gibi bir sessizlik doldurdu salonu. Laura gözlerini Ömer’e çevirdi. Ömer oturduğu yerden ayağa kalktı. Mahkemeden ve Laura’dan özür diledi, bir daha şiddete başvurmayacağına yemin etti.
Pişman olması önemli…
Bu bir masal değil, bu ay Simon and Schuster Yayınevi’nden piyasaya çıkan “İntikam” (Revenge) adlı kitabın yazarı olan Washington Post gazetesinin muhabiri Laura Blumenfeld’in hikâyesi. Babası haham David Blumenfeld, 1986 yılında Kudüs’te, eski şehrin surlarının içinde, batı duvarı yakınlarındaki çarşıda başından kurşunlandı. Kurşun yarım santimle beyni ıskaladığı için kurtuldu.
Şebnem Şenyener’in bu haberi Milliyet’in bu haftaki Kültür ve Sanat ekinde yayımlandı.
Laura Blumenfeld’in öyküsünü okuduğum saatlerde Cumhurbaşkanı Sezer’in Mehmet Ali Ağca ve Haluk Kırcı’nın affedilmelerine olanak sağlayacak yasayı veto ettiği haberini aldım.
İntikam değil adalet
Şöyle düşündüm: Bu affa karşı çıkmakla, ilkel bir intikam duygusu peşinde mi koşuyorum?
Yanıtım hayır… Bu sadece adalet duygumla ilgili bir şey… Cezalarını çektiklerine inanmıyorum ve katillerin yaptıklarından pişmanlık duyduklarına ilişkin en küçük bir belirti bile ortada yok…