Siyaset yaşamına CHP’de başlayan, bu partinin lideri olarak Başbakanlık da yapan Bülent Ecevit, pazar günü “CHP’nin ömrünü doldurduğunu” söyledi.
Ecevit’e bu değerlendirmeyi yaptıran şey kendi sözleriyle “CHP’de yaşanan kargaşa” ortamından başka bir şey değil.
Bu konuda Ecevit’ten bir hayli farklı düşünüyorum.
Bu görüşüme itiraz edenler mutlaka olacaktır ama CHP’de dışardan bakılınca “kargaşa” gibi görünen şeyin, aslında bu partiyi diri tutacak ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesine hizmet edecek bir “dinamizm” olduğu kanısındayım. 
Sorun, bu hareketliliğin partiyi ileri götürecek bir “dinamik” olarak kullanılamamasıdır.
Kurultaylar partisi
Bugünkü hareketlilik bir “kargaşa” gibi görünüyorsa bunun nedeni bellidir: Parti içinde demokratik mücadelenin yürütülmesine olanak verecek bir zeminin yaratılamamış olması..
Böyle bir zemin olmadığı içindir ki, farklı görüşler kendisini parti içinde ifade edemez hale düşürülüyor ve CHP bir “Kurultaylar Partisi”ne dönüşüyor. 
Kurultaylardan bir sonuç alınamıyor çünkü her kurultay partinin antidemokratik yapısını yeniden üretmekten başka bir işe yaramıyor.
Biraz daha açayım:
CHP, en genel anlamıyla sosyal demokrat görüşleri savunan bir parti.. Zaman zaman bu özelliğiyle ters düşen fikirleri de savunabiliyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. 
Sosyal demokrat bir partiden beklenen ilk şey demokrasinin kurum ve kurallarıyla parti içinde yaşatılıyor olması.
Bu en genel anlamıyla parti ideolojisinin ve günlük politika ya yön verecek “parti görüşü”nün aşağıdan yukarıya doğru oluşturulması ile sağlanabilir. 
Partinin tabanında oluşan görüşlerin demokratik bir süreçten geçerek parti görüşü haline gelebilmesi ve partinin her üyesinin demokratik süreçler içinde yükselebilmesine olanak verilmesi “parti disiplini” denilen kavrama meşruiyet veren en önemli husustur. 
Bu süreçlerin ihmal edildiği ortamlarda “parti disiplini” giderek bir diktatörlüğe dönüşür.
Troçki’nin de vaktiyle söylediği gibi “önce işçi sınıfının yerini merkez komitesi, sonra da merkez komitesinin yerini genel sekreter alır” ve partinin toplumla ilişkisi kesilir. 
Bu noktadan itibaren ortaya çıkacak şey de “kargaşa”dan başka bir şey değildir.
“Kargaşa”yı bastırmak için yapılan her kurultay, yeni kargaşaların temelini atar, parti giderek kendi içindeki kavgalardan ibaret bir organizmaya dönüşür. 
Bu nedenle şu son Kurultay sürecine girildiğinden beni hep aynı şeyi söylüyorum:
Kim olursa olsun..
Sorun Deniz Baykal’ın mı, Mustafa Sarıgül’ün mü, yoksa Zülfü Livaneli’nin mi genel başkan olacağı değil.
Sorun, CHP’yi kendi içinde demokrasiyi işletebilecek bir yapı haline getirebilme sorunudur. 
Günün birinde bu başarılırsa, CHP içindeki görüş ayrılıklarının ve farklı bakışların bu partiyi daha canlı ve dinamik hale getireceğini de göreceğiz.
“Ömrünü dolduran şey” Ecevit’in zannettiği gibi CHP’nin kendisi değil, CHP’yi yönetme iddiasında olanların “diktatörlük” hevesleridir. Ve ne yazık ki aynı hastalıktan Ecevit’in kendi partisi de kurtulabilmiş değil!
