Bazı sorular vardır ki hiç sorulmamasını istersiniz… Çünkü sorulmuş bir soruya yanıt vermemek, kimi zaman sorunun arkasında yatan düşüncenin de doğru olduğunu kabul etmek anlamına gelir.
Benim özel durumumda, yani bu soruların bana sorulmuş olmasını hiç istememiş olmamda ayrı bir yön daha var.
Sorular, denemelerimden oluşan bir kitapta anlatılanlarla ilgili. Dolayısıyla bu sorulara yanıt vermek gerekçesiyle de olsa kitabımdan söz ediyor olmak beni rahatsız ediyor.
Çünkü inanıyorum ki aslında kitaplar kendilerini anlatırlar.
Yazarı eğer çıkıp da o kitap hakkında bir şeyler daha söylemek gereğini hissediyorsa işini eksik yapmış demektir.
Okuyucunun kafasında bazı soruların uyanabileceğini önceden tahmin etmeli ve onların yanıtlarını da o kitabın içinde bulundurmalıydı diye düşünürüm.
Gerçi önsözde soruların bence yanıtları da var ama belli ki okuyucunun kafasında yanıtlanmamış sorular da varlığını koruyor.
Yazar mı? Yazar!
Kitapla ilgili ilk yazıyı Ertuğrul Özkök yazdı ve ilk soruyu da o ortaya attı: “Evli bir erkek aşk yazısı yazabilir mi? Yazarsa samimi olabilir mi?”
Sonra Ayşe Arman bu sorulardan yola çıkarak başka sorular sordu.
Onun sorularının ardında da “bu yazıların samimi olmayabileceği” düşüncesinin varlığını gördüm.
Profesyonel bir görev mi?
Aynı soruları kendime bir daha sordum: Bu yazıları kadınlara ‘yalakalık’ yapmak için mi yazmıştım? Korkak bir insan mıyım? Bütün bu yazılar kadın okuyucunun gönlünü yelpazelemek görevini üstlenmiş bir insanın “profesyonelöce yerine getirdiği bir görev mi?
Topluca bir yanıt vermeliyim…
Önce şunu söylemeliyim, evli bir erkek aşk yazısı yazabilir… Bunları gazetede, kitapta yayımlayabilir. Bunları düşünmekten korkmayan ve utanmayan bir insan, onları söylemekten de korkmamalıdır.
Ayrıca şunu da vurgulamalıyım: Bu yazıları kadınların gönlünü hoş etmek için yazmadım.
Aşk mektubu değil onlar
Her şeyden önce bu yazılar aşk mektupları değil… Aşk mektubu yazmış olsaydım bunu sadece muhatabına göndermeyi isterdim, herkese okutmayı değil… Aynı şekilde muhatabı da böyle olmasını isterdi, herkesin okuyacağı bir aşk mektubunu almayı hangi kadın ister?
Ben yazarken şuna özen gösteririm: Bir gazetede yazıyorum ve bu yazı iletişim amacına hizmet etmelidir. Gazete yazısı, bir sorunu çözmek, bir olayı açıklamak için yazılır.
Aşk, yaşamımızın en önemli sırrı… İnsan aşkın içinde insan olur, kendisi olur…
Aşkın değişik yönlerini yaşar, deneyimleri vardır… Aşk üzerine yazılmış yazıları okur, öğrenir… Öğrendikleriyle yaşadıklarının sentezi insanın aşk ile ilgili konumunu, tutumunu ve bakışını belirler..
Maviye ne oldu?!
Bununla ilgili olarak bir gazetede yazı yazıyorsanız bu sırrı bulmak için düşündüklerinizi, yaşadıklarınızı saklamamak zorundasınızdır.
Ayrıca yaşamadıklarınızı da sırf kitaplardan okuyarak öğrenemezsiniz. “Gibi” yapamazsınız, okuyucu bunu anlar…
Sorular kitabın adından da kaynaklanıyor. Önsözde açıklamıştım ama belli ki tatmin edici olamamış… Hep aynı soruyla karşılaşıyorum, kırmızı kim, mavi kim?
Kitabın adını şöyle koymuş olsaydım sorular yerinde olabilirdi: Kırmızıyı seçtim, aşk mavinin altındaymış… Ama böyle değil.. “Mişli geçmiş zamanda” değil, “dili geçmiş zamanda” kurduğum bir cümle bu: Kırmızıyı seçtim, aşk mavinin altındaydı… Bilinçli bir seçimi ifade ediyor.
Yani bir “Bul karayı, al parayı” durumu yok. Bilinçle yapılmış bir tercih söz konusu… Kırmızıyı seçtim, aşkın mavinin altında olduğunu bile bile…
Bilinçli bir tercih
Öte yandan yazılarımı okuyanlar biliyorlar ki aşkta “seçme”nin rolünün, bütün diğer faktörlerden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bilinçli bir seçimle sevmek için sevdiğimize inanıyorum… Gasset, Barthes, Kundera… Vardığım sentez, deneyimlerimin yanı sıra bu yazarlardan etkilendiğimi de ortaya koyuyor…
Dolayısıyla başlıktaki çelişki aynı zamanda bu düşünceme de bir gönderme yapma amacını taşıyor: Bilinçli bir seçimle sevdiğimize inanıyorum, mavinin altında olduğunu biliyorum, kırmızıyı seçiyorum… ‘Kırmızı kim, mavi kim?’ sorusu anlamsız kalmıyor mu?
Şunu da belirteyim: Bu bir “Mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır” öyküsü de değil…
Bende bu yazıları yazma duygusu uyandıran gerçek bir kadının varlığına da şükrediyorum… Anneannemden başlayarak hayatımda çok önemli roller oynayan tüm kadınlara…
Tanrı, içinizi karşınızdaki insana tam olarak açabilirseniz size de bu kadar cömert olacaktır…