MİLLİYET

Peki ama 'Ben ne yapıyorum?'

  Çek Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’e özel danışmanlık yapan psikiyatr Peter Huncik, “kişilik sakatlanması” üzerine araştırmalar yapıyordu.
Huncik, sosyalizm döneminde yöneticilerin girişimciliği sistemli biçimde yok ettiğini, devlet otoritesinin üstünlüğünün sürekli vurgulanmasının da insanları pasifize ettiğini düşünüyordu. Çek halkı bu dönemde devletin kendisine bakmasını isteyen bireylere dönüşmüştü..

Bireysel sorumlulukları köreltilmiş insanlar, toplumun eksikliklerinden her şeye gücü yeten devlet otoritesini sorumlu tutuyorlardı. (Nefretin psikopolitiği – Politik Paranoya, Robert S. Robins – Dr. Jerold M. Post, Çeviren: İnci Kurmuş, Doğan Kitap.)

Tecrübeyle sabit
Huncik’in sözünü ettiği türden bir “kişilik sakatlanmasını” Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dolaştığım bir çok eski Sovyet Cumhuriyeti’nde gözleme olanağı da buldum.
Bir yandan o güne kadar derin bir korku ile ailesine ve dostlarına karşı bile güvensizleştirilmiş insanların “özgür düzene” uyum sağlamakta çektikleri sıkıntılar, öte yandan da her şeyi yukardaki bir yerlerde bulunan bir otoriteden bekleme alışkanlığı, bu ülkelerdeki büyük çöküşün en önemli nedenlerinden biriydi.
Bir arkadaşımla birlikte bir Orta Asya ülkesinde kurduğumuz yayıncılık şirketinin yerel çalışanlarıyla anlaşmakta bu nedenle büyük güçlüklerle karşılaştık.
Rusya krizi ile birlikte vazgeçmek zorunda kaldığımız bu “girişimcilik deneyimimiz”in bana öğrettiği en önemli ders bu oldu. Kişisel becerilerini kullanmak, insiyatif almak yerine en basit sorunun çözümünü bile üç ayda bir şirketi ziyaret eden patronlara bırakan yerli çalışanlarımıza bunun tersini yaptırmaya hiçbir zaman muvaffak olamadık.
Türkiye bu konuda elbette eski bir Sovyet Cumhuriyeti ile kıyaslanamayacak kadar ileri.
Ancak yine de bir çok şeyi hala “devletten” bekleme alışkanlığımızı da tamamen değiştirebilmiş değiliz.
Sanıyorum, Cumhuriyet’in ilk yıllarında tümüyle çökmüş bir ekonomiyi ayağa kaldırmakta itici rolü devlete veren anlayış, eski Sovyet’lerdeki kadar olmasa bile bizim ülkemizde de benzeri bir “sakatlanma”ya neden olmuş..

Hep beraber düşünelim
Tarihin o döneminde başka bir yol bulunabilir miydi, denense başarılı olabilir miydi, bu tartışmaya girmek istemiyorum. Beni bugün düşündüren şey bunun nedenlerinden daha çok sonuçları ve bu alışkanlığımızın nasıl değiştirilebileceği..
Milliyet’in “muhtemel İstanbul Depremi” ile ilgili olarak yayınladığı haber ve yorumlara okuyuculardan gelen tepkilerin düğümlendiği yer de tam bu nokta: “Devlet hiç bir şey yapmıyor..”
Devlet bir şey yapıyor veya yapmıyor, bundan önce esas sorulması gereken soru şu olmalı: Ben ne yapıyorum?
Tek başıma çözümleyemeyeceğim büyüklükte bir sorunu benim gibi başka insanlarla biraraya gelerek çözümleyebilir miyim? Ne kadarını yapabilirim, ne kadarını devletten beklemeliyim? Devlet gerçekten bir şey yapmıyorsa, o mekanizmayı harekete geçirmek için neler yapmalıyım?
Oturduğum evin depreme dayanıklı hale getirilmesi için komşularımla birlikte bir şey yapamaz mıyım? Çocuğumun gittiği okulun “Aile Birliği” olarak okul binasının depreme dayanıklılığını araştırabilir miyim? Devletin, belediyelerin olanaklarını bu iş için nasıl kullanabilirim? Okul aile birliğinin gücü böyle bir tamiri yapmaya yeter mi? Maddi gücümüzün yetmediği yerde bedensel çalışmalarımızı ortaya koyarak neler yapabiliriz? 3 – C’de okuyan çocuğun mühendis babası, 2 – A’daki çocuğun mimar annesi bu konuda bize yardımcı olamazlar mı?
Soruları o kadar çoğaltabilirim ki bu sayfayı tamamen doldurabilirim. Ama tekrar yazmak istiyorum ki temel soru şu olmalı: Ben ne yapabilirim, ne yapıyorum?