Böyle bir şarkı var.. Leman Sam söylüyordu. Sonra İlhan Şeşen de ismini bilmediğim bir Yunanlı şarkıcıyla birlikte söyledi…
Kimin bestesidir bilmiyorum. İlk dinleyişinizde sevdiğiniz ve ikincisinde sözlerini farkında olmadan söyleyebildiğiniz şarkılar vardır… Benim için bu, o tür şarkılardan biri…
İlhan Şeşen’e haksızlık yapmak istemem ama sanırım önce Leman Sam’dan dinlediğim için daha çok kadın sesine yakıştırdığım bir şarkı bu…
“Pencerenin perdesini havalandıran rüzgâr / Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr / Gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar / Yabancısın buralara / Nerelerden geliyorsun / Otur dinlen baş ucumda / Belli ki çok yorulmuşsun / Bana esmeyi anlat / Esip, geçmeyi anlat..”
Hatırımda sözleri böyle kalmış.. Belki bir iki yerini atlamış olabilirim, ama önemi yok…
Zikzaklar şarttır
Böyle insanlar tanıdım hayatta.. Varlıklarıyla bir rüzgâr gibi esen, arkalarından bakakaldığım insanlar…
Fütursuz bir kendine güvenleri vardır ki insanlarda en çok sevdiğim özelliklerden birisi budur…
Manasız bir kibirle karıştırmayın bunu… Kibirli değillerdir. Sadece kendilerine o kadar güvenirler ki eser, geçerler. Onları yakalamak için rüzgârla nasıl dans edilmesi gerektiğini bilmek gerekir.
Öyle bodoslama üzerine gidemezsiniz.. Biraz yelken ipi tutmuş olanlar bilirler…
Ama bir kez yakalamayı başardığınızda da içindeki enerjinin size doğru akıp geldiğini hissedersiniz..
Euclid, iki nokta arasındaki en kısa mesafenin düz bir çizgi olduğunu söyler…
Hayır, rüzgârla hareket ediyorsanız iki nokta arasındaki en kısa mesafe dümdüz bir çizgi değildir.. “Tiramola atmanız”, zikzaklar çizmeniz gerekir…
“Rüzgâr insanlarla” ilişki kurmak için de bu gerekir çoğu kez.. Nereye gideceğinizi önceden bilmeniz, karayı bir sağınıza, bir solunuza almanız gerekir.. Ama sonunda gideceğiniz yere varırsınız…
Mısır düşleri
Bunları düşünmeme yol açan şey okuduğum bir kitap oldu.
Richard Bode’nin “Ustam Rüzgâr” isimli kitabı. (Galata Yayınları, Çeviren: Suğra Öncü.)
Antalya’da geçen çocukluk yıllarımda optimist denemişliğim var ama şöyle adam gibi yelkenleri olan bir teknem hiç olmadı. Resimli Bilgi Ansiklopedisi’nden bir yelkenlinin nasıl seyrettiğini, hangi yelkene ne ad verildiğini, teknelerin yelkenlerine ve boylarına göre nasıl isimlendirildiğini ve bir sürü ilginç denizcilik terimini öğrendim de beni rüzgârın önünde sürükleyecek bir tekneye sahip olamadım.
Nedense en çok Mısır’a gitmek isterdim poyraz esmeye başladığında…
Çocukların neyi, neden istediğini kim, ne zaman bilebilmiş ki?
Herhalde yine Resimli Bilgi Ansiklopedisi’nde bir resmini gördüğüm Kleopatra’ya âşık olmuş olmalıyım o yıllarda, yoksa ne sebebi olabilir ki hayalci bir oğlan çocuğunun Mısır’a gitmek istemesinin?
Kızım için..
Bode’nin kitabını okurken kendi çocukluğuma gittim..
Bode de zaten bunu çocukları için yazmış.. Denize ve rüzgâra âşık bir adamın çocuklarına anlatmak istediği hayat dersleri bunlar..
Kendi yaşamımda bin bir türlü macerayla elde ettiğim birçok “bilgi”nin aslında rüzgârlardan kolaylıkla öğrenilebileceğini gördüm.
Bu kitabı kızıma vereceğim. Yaşamın etrafında estirebileceği rüzgârlarla nasıl baş etmesi gerektiğini öğrenebilsin diye…