Başrollerini Richard Gere, Jennifer Lopez ve Susan Sarandon’un oynadığı “Aşka Davet” isimli film, iki haftadır sinemalarda gösteriliyor.
Filmin orijinal adı “Shall We Dance?”.. Sanırım ithalatçılar filmde Richard Gere olunca “Aşka Davet” isminin “daha davetkâr” olduğunu düşünmüş olmalılar..
Filmde işine tutkun ve hastalık derecesinde çalışkan bir avukatın içindeki bir “tutkuyu” keşfetmesi anlatılıyor. Bu, müziğin ritmine kendisini doğal olarak kaptırıp dans ederek bir tür “nirvanaya ulaşmak” gibi bir şey..
Tutkuyu keşfetmesi tamamen bir tesadüfün sonucu..
Tutkunun peşinde
Her akşam evine dönerken banliyö treniyle önünden geçtiği bir dans stüdyosunun camından bakan hüzünlü kadın (Jennifer Lopez) dikkatini çekiyor. Bu kadın giderek yaşamının merkezi haline gelince de bir gün dans stüdyosunun yakınındaki istasyonda trenden inip stüdyonun merdivenlerinden tırmanıyor.
Onu o eski stüdyoya sürükleyen şey aslında pencerede gördüğü kadına hayalinde atfettiği şeyler..
Ancak çok geçmeden Lopez’in, Gere’nin hayallerine yanıt vermek isteyebilecek bir kadın olmadığı ortaya çıkıyor.
Ama bir kez ok yaydan çıkmış ve çalışkan avukat, kendisini dansa ateşli bir tutkuyla bağlanmış olarak buluvermiştir..
Akıl çelen hayal
Eğer kadın, erkeğin ona yönelttiği isteğe yanıt vermiş olsaydı, olaylar böyle mi gelişirdi, bunu bilebilmemize olanak yok.
Ancak şurası çok açık ki, penceredeki mahzun kadına duyduğu ilgi içindeki tutkuyu ortaya çıkaran bir katalizör görevi gördü..
Filmdeki avukat, anlaştığı bir eşi (Susan Sarandon) ve bir de yetişkin kızı olan bir erkek.
Ama işyeri ve evi arasında geçip giden yaşamının tekdüzeliğine karşı fark edemediği isyan, sonunda bir penceredeki hayalin aklını çelmesine yol açtı.
Çağdaş Yaşam Cezaevi!
Günümüzün çağdaş yaşamının, insanı bir tür cendere içine soktuğuna kuşku yok..
Toplumun bizlere yüklediği sorumluluklar, ailelerimize ve çevremize karşı var olduğunu düşündüğümüz “görevlerimiz” ve modern yaşamın bize dayattığı üretim – tüketim kalıplarından oluşan bir tür hapishanede yaşadığımızı düşünenlerin sayısı hiç de az değil.
Ve bize tarif edilen bu hayatı yaşarken önümüze zaman zaman o hapishanenin kilitli kapılarını kırıp dışarı çıkma fırsatı da veriliyor..
Ama bu kapıdan çıkıp gidebilmek de o kadar kolay değil.
Kimisi “bir gün nasıl olsa çıkarım” deyip erteliyor, kimisi ise “fırsat bu fırsattır” deyip kapıyı dışarı doğru itiveriyor.
Yalnız filmlerde olmaz
Filmdeki adam başlangıçta çekinerek de olsa o kapıyı dışarı itme cesaretine sahip.
O ana kadar yönetmenin bize çok anlamsız olduğunu gösterdiği yaşamını değiştiriyor ve kendisini dansın büyüsüne kaptırıyor. Artık bir cennettedir!
Ne hayaline âşık olduğu kadın kalıyor ne de başka bir şey..
Hepimizin içinde bir yerlerde saklanmış olarak bulunan, bastırdığımız için ortaya çıkma fırsatı bulamayan bu tür tutkuların olduğunu düşünüyorum.
Ama çok büyük çoğunluğumuz avukatın filmde gösterdiği cesareti gösteremiyoruz.
Bir gün bir istasyonda inip hayatımız boyunca gittiğimiz yönün tersine doğru yürümeye cesaret edemiyoruz.
Biliyorum, birçok kişi bunun eninde sonunda bir film olduğunu, böyle şeylerin sadece filmlerde olabileceğini düşünecek..
Onlara şunu hatırlatmak istiyorum: Sanat, hayatı taklit eder! Daha önce duymuş muydunuz?