MİLLİYET

Tayyip Bey'in dilinin altında ne var?

  İnsan hafızası geçmişteki kötü olayları unutmaya meyillidir. Zaten böyle olmasaydı yaşam gerçekten çok zor olurdu. Kötüyü kolay unuttuğumuz ve iyiye kolay alıştığımız için karşılaştığımız badireleri atlatabiliyoruz, yaşama yeni bir umutla sarılabiliyoruz.
Toplumların hafızaları da böyle…

Recep Tayyip Erdoğan’ın Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ile ilgili iki gündür yaptığı açıklamaları okurken yine böyle bir unutkanlık durumuyla karşı karşıya olduğumuzu düşündüm.

‘Siyasi otorite’ böyle istedi…
Erdoğan’ın başlattığı tartışmaya katılmadan önce isterseniz BDDK isimli bir kurumun yaşamımıza neden ve nasıl girdiğini hatırlayalım.
Türkiye’de bankacılık sektörünün denetimi, bankacılık izinlerinin verilmesi ve benzeri işlemler ile ilgili yetki Hazine’ye aitti. Hazine, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kurumlarından biri… Ancak Hazine, bankaların denetlenmesi işini iyi yapamadı. Bu durum, personelinin yetersizliğinden değil, son karar verici makamın “siyasi kişilikler” olmasından kaynaklandı. Hangi bankaların zarara uğratıldığı, hangi bankaların sahipleri eliyle soyulduğu yapılan düzenli denetimlerde tespit edildi. Ancak hiçbir işlem yapılamadı. Çünkü “siyasi otorite” bir bankacılık krizi istemiyordu ve sistemi içindeki bu olumsuzluklarla ayakta tutmaya çalışıyordu.

Bedelini biz ödedik
Bunun bedelini de yükselen faizler nedeniyle biz Türk vatandaşları karşıladık.
Sonunda bu batık bankaların siyasi kaygılarla daha uzun süre ayakta tutulabilmesine olanak kalmadı. BDDK kuruldu, başına herkesin dürüstlüğü ile takdir ettiği sert bir bürokrat olan Zekeriya Temizel getirildi. Amaç şuydu: Bankacılıkla ilgili kararların alınmasında siyaset etkili olmasın, sadece mesleki kaygılarla hareket eden özerk bir kurul, sistemi yeniden sağlıklı olarak işler hale getirsin.
Nitekim BDDK kurulduktan sonra bir bölümü daha önceden hazırlanmış denetim raporlarının gerekleri hızla yerine getirildi. Sahipleri eliyle soyulan ya da kötü yönetildikleri için “batık” duruma gelen bankalara birer birer el konuldu. Bu bankaların el konulma tarihi itibariyle zararları 12 milyar 400 milyon doları buluyordu.

İki seçenek vardı…
BDDK’nın elinde iki seçenek vardı… Birisi “acılı” çözüm olarak adlandırılıyor: Batık bankaları kapatmak, bankalardaki ticari olmayan mevduatla ilgili olarak yasal sınır olan 50 milyara kadar olan mevduatı sahiplerine ödemek, gerisine ise “birer bardak soğuk su” vermekti… İkinci yol ise bankaları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na almak, mevduat sahiplerine tasarruflarının tümünü ödemek, bankanın alacaklarını tahsil etmek ve sonra da alıcı çıkarsa bu bankaları güvenilir yeni sahiplerine satmak…
Bu ikinci yol seçildi. Amaç şuydu: Tasarruf sahiplerinde bir paniğe neden olup tüm bankacılık sistemini sarsmamak, bu panikle sağlam bankaların da batmasına yol açmamak, sektörü en az hasarla krizden çıkarmak…

Bir tek paralar alınamadı!
BDDK bu işi başardı. Herkes tasarrufunu geri alabildi, bazı bankalar yeni sahiplerine satıldı, satılamayanlar tasfiye edildi… Başaramadığı bir tek iş kaldı: Bankaları batıran eski sahiplerinden paraları geri tahsil etmek.. Bunun da çok aksayarak yürümesinin nedeni ne yazık ki yine siyasi otoritedir. Ecevit hükümetinin bu konuda yeteri kadar cesur davranamamasıdır.
BDDK’nın bu süreçte zarar etmesinin önemli bir nedeni tasfiye işinin hızlı yürütülememesiyse ötekisi de batakçılardan batırdıkları 12 milyar doların geri alınamamasıdır. Bunun da sorumlusu yine geçmiş hükümet oluyor.

Derviş’ten önce de vardı
BDDK’nın faaliyetlerinin yanı sıra kamu bankaları ile ilgili olarak yürütülen bir başka çalışma da günlük sıcak paraya acil ihtiyacı olan banka sayısının azalmasını sağladı. Bunun yararlarını gecelik faizlerdeki büyük düşüşle birlikte gördük.
Bu kurumu birçok kişinin zannettiği gibi Kemal Derviş de kurmadı. O gelmeden daha bir yıl önce bu kurul kurulmuştu ve bankalara el konulmaya başlanmıştı.
Tayyip Erdoğan şimdi iki gündür BDDK’nın Türkiye’ye 22 milyar dolara mal olduğunu söylüyor. Bir “yeniden yapılandırmadan” söz ediyor. Yeterince açık konuşmadığı için ne demek istediği de tam olarak anlaşılamıyor.

Çift taraflı sözler!
Ben iyi niyetini muhafaza eden bir gözlemci olarak Erdoğan’ın konuşmalarını, batık bankaların sahiplerinden geri alınmayan paraların tahsilini hızlandırılacak şeklinde yorumluyorum.
Ama ağzı torba olmadığı için büzülemeyenler, bu konuşmaları, batık bankaların eski sahiplerine geri verileceği şeklinde yorumluyorlar.
Hangisi doğrudur bilemiyorum. Dediğim gibi Tayyip Bey’in konuşmaları iki yöne de çekilmeye uygun.

Yanlarına mı kalacak?
AKP yeni iktidar oluyor. Hükümetini kurduktan sonra da işleri kendi bildiği gibi yönetme hakkına elbette sahip. Bunun içine BDDK ile ilgili tasarruflar da giriyor.
Ama bir de toplum vicdanı var, bunu da unutmamak gerek: Hortumcuların yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?
Hepsi, bankalarını batırmadan önce nasıl yaşıyorlarsa bugün de aynı hayatı sürdürmeye devam ediyorlar. Hepsi yalısında – köşkünde oturmaya devam ediyor, bankacılık dışındaki işlerini serbestçe sürdürüyor, yatlar, uçaklar, helikopterlerde keyif çatıyor… Hiçbiri batırdığı parayı geri ödemediği gibi, hemen hemen hepsi mallarının borçlarına karşılık ellerinden alınması tehlikesine karşı kendilerince tedbirler alıyorlar. Mallar başka şirketlere devrediliyor, fabrikalar, işletmeler, gazeteler, televizyonlar bir gecede “bir masa – bir telefon” şirketlere devrediliyor.
Tayyip Bey bu konularda ne düşünüyor, daha açık anlatsa da hep birlikte öğrensek iyi olacak… O zaman daha yararlı bir tartışma yapabiliriz diye düşünüyorum.