Tek amacımız var: Gazetecilik
Önce dört gündür Milliyet’in manşetinden Tuncay Özkan imzasıyla yayımlanan haberleri hatırlayalım:
- İstanbul Emniyet Müdürü, kendi ifadesiyle “bir haber alma ağı” kurmuş.
- Emniyet Müdürlüğü bünyesinde böyle bir ‘jurnal teşkilatı’nın kurulması yasal olarak ancak İçişleri Bakanlığı’nın ‘olur’u ile mümkün.
- İçişleri Bakanlığı, adı ‘Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Büro Amirliği’ olan bu birimin kuruluşuna onay vermemiş.
- Valiliğin bu yöndeki uyarılarına rağmen ekip kurulmuş ve çalışmaya başlamış.
- Vali, İçişleri Bakanlığı’na üç ayrı yazı yazarak bu yasadışı uygulamanın durdurulmasını istemiş.
- Söz konusu birim izlediği kişiler arasına İstanbul Valisi’ni de almış.
- İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün şubelerinden birinin başında bulunan bir polis şefi, Emniyet Müdürü’nün ve ‘Ankara’daki çok üst düzey bir bakanlık görevlisinin’ bu konuda özel talimatlar verdiğini ve ‘Vali’nin bir açığının bulunmasını istediğini’ ifade etmiş, bu durum İçişleri Bakanlığı’na bildirilmiş.
‘Üst düzey yetkili’ Tantan mi?
Haberin yayımlanmasından sonra önce İstanbul Emniyet Müdürü daha sonra da bizzat İçişleri Bakanı yazılanların doğru olmadığını söylediler. Belge istediler.
Oysa söz konusu belge bir aydan uzun bir süredir İçişleri Bakanı’nın masasının üzerinde duruyor. Hiçbir işlem yapılmadan…
Bunu, resmi yazıda da sözü edilen ‘çok üst düzey yetkili’nin bizzat İçişleri Bakanı olduğu şeklinde mi yorumlamalıyız?
Önceki gün İçişleri Bakanı bir adım daha ileri giderek söz konusu haberin yayımlanmasını, “Soygun düzeninin kirli insanları artık kendilerini halkın gözünde kayıt altına almışlardır” şeklinde yorumladı.
Bu uzunca bir süredir Bakan Tantan’da görmeye alıştığımız bir davranış.
Tantan, görevi gereği her türlü bilgiye ve belgeye ulaşabilecek konumda.
Eğer bu gazetede bu haberin yayımlanması bizim “soygun düzeninin kirli insanları” olduğumuzu gösteriyorsa İçişleri Bakanı bunun gereğini yerine getirmek zorundadır.
Ama o da gayet iyi biliyor ki böyle bir iddiayı kanıtlayabilecek hiçbir bilgi ya da belgeye sahip değil.
Öyle olduğu içindir ki görevinin gereğini yerine getirmektense dedikodu yapmayı tercih ediyor.
Bu ilk kez karşılaştığımız bir durum değil.
Türkiye’de ne zaman iktidardaki kişilerin yanlışlarını yazsak başımıza aynı şey geliyor.
Devletin bütün müfettişleri gazetelere, dergilere baskınlar yapıyor, bakanlar savcıları tehdit ediyor…
Tek bir amaçları var: Hatalı yazılmış tek bir virgül bile bulsalar dünyayı başımıza yıkacaklar, ama bulamıyorlar.
Olmayan bir şeyi bulmaları mümkün olmadığı için bulamıyorlar.
Çünkü biz gazetecilik yaparken nasırına bastığımız insanların ve özellikle de güç sahibi politikacıların olmamızı istedikleri gibi değiliz.
Verilmeyecek hiçbir hesabımız yok.
Tantan’ı gerçekler karşısında suspus olup dedikodu yapmaya sevk eden de bu çıplak gerçekten başkası değil.
Alacakaranlık kuşağı
Öyle görünüyor ki başını bizzat İçişleri Bakanı’nın çektiği bir oluşum Türkiye’yi bir ‘alacakaranlık kuşağı filmi’nin platosu yapmaya heves etmiş.
Bunun için jurnal teşkilatları kuruyorlar, yasadışı olarak telefonları dinliyorlar, Anayasa tarafından teminat altına alınmış haberleşme özgürlüğünün ve kişilik haklarının çiğnenmesinden medet umuyorlar. Polis devletinin yarattığı korkuyla Türkiye’yi teslim alabileceklerini zannediyorlar.
Fena halde yanılıyorlar.
Bizim işimiz gazetecilik. Biz topluma bir ayna tutuyoruz, bu aynadan yansıyan görüntüler bazılarının hoşuna gitmese de bu işi yapmaya devam edeceğiz.
Kimseye şahsi bir kinimiz yok. Bu haberlerin yayınlanmasının ardında habercilikten başka amaçlar arayanlara şunu söylemeliyim ki, Milliyetin tek kaygısı, okuyucularına doğru ve eksiksiz haber vermektir.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da demokratik, laik, hukuk devletinin ve insan haklarının savunucusu olacağız.
Eşkıya gece yansından sonra ne yaparsa yapsın, Türkiye’de her zaman kötülerin kazanamayacağını, iyilerin de en az kötüler kadar cesur olabileceğini göstereceğiz.
Türkiye’yi size teslim etmeyeceğiz.