MİLLİYET

"Tüketim" ayıp ya da zararlı değildir

 Bizim ülkemizde “tüketim” yapmak pek hoş görülen bir şey değildir. Küçüklükten itibaren bize bu öğretilir: Tasarruf et!

Elişi derslerinde küçük çocuklara ilk yaptırılan şeyin karton bir kumbara olması tesadüf değildir.
Gelirinin bir bölümünü tasarruf etmenin bir erdem olduğu anlatılır.
İnsanların gelirlerinin çok olmasının ve bunun bir bölümünü tasarruf ederek bankalara ve başka araçlara yatırmalarının elbette bir sakıncası yoktur.
Ama bugünün dünyasında tükettiğiniz şeylerin nicelik ve niteliği sizin refah düzeyinizi gösterir.
Çamaşırınızı elde mi yıkıyorsunuz, makinede mi? Bulaşık makineniz, buzdolabınız, cep telefonunuz, otomobiliniz var mı? Gıda tüketiminiz dengeli bir beslenme sağlıyor mu, yoksa tek yönlü mü besleniyorsunuz? Tatil yapabiliyor musunuz? Eşiniz, dostunuzla dışarıda yemek yemeye, eğlenmeye çıkabiliyor musunuz? Kitap, CD, DVD gibi kültürel harcamalar yapabiliyor musunuz? Çocuklarınıza iyi bir eğitim için gerekli araç gereci alabiliyor musunuz? İnce bir zevke sahip misiniz, resim, heykel gibi sanat ürünleri “tüketip” bunları evinize asabiliyor musunuz?
Bu tür sorulara vereceğiniz yanıtlar içinde “evet”ler ne kadar çoksa o kadar müreffeh bir hayat sürüyorsunuz demektir.

Romanya’yı hatırlayalım
Elbette “ifrat”, kişisel bütçelerimiz açısından da, dinimiz açısından da hoş görülebilecek bir şey değil.
Ancak kişilerin tüketim yapma isteğini her seferinde “ifrat” olarak görmek de hoşgörülebilecek bir şey değildir.
Ürettiğinin neredeyse tümünü tasarruf ederek yaşayan ve “tasarruf”larını verimsiz gösteriş projelerine yatıran komşu bir halkın yakın geçmişte neler yaşadığını iyice görmüş olmalıyız.
Romanya’da tüketimin hoş görülmediği, tüketimin asgari ihtiyaçlarla sınırlı tutulduğu dönemin ardından nelerin yaşandığını hatırlayalım.
Bankalar tarafından verilen kredi kartlarına getirilmek istenen yeni düzenlemeyi, bu düzenlemeye neden gerek görüldüğüne ilişkin olarak anlatılan “intihar” öykülerini okuyunca görüyorum ki, devletimizin bugünkü yöneticileri de küçüklükten itibaren beynimize yerleştirilen “Tüketim zararlıdır” felsefesinin etkisi altında kalmışlar.
Bankaların verdikleri kredi kartları bizim icadımız değil.
Bu, insanların hem o an elde ettikleri gelirden daha fazla tüketmelerine olanak sağlayarak refah düzeylerini yükselten hem de alışverişi canlı tutarak ekonomiyi hareketlendiren bir buluş.

Bankalar riski hesaplasın
Ve kartı veren ile alan arasında varılmış bir anlaşmaya dayanıyor: Şu kadar harcayabilirsin, borçlanmak istersen şu kadar faiz ödersin gibi..
Ve herkesin de kendi hesabını bilmesi gerektiği kuralından hareketle “zorlayıcı” önlemlere gerek göstermeyen bir “ekonomik” durum:
Bankalar girdikleri riskleri hesaplamalılar ve ona göre kredi kartı dağıtmalılar. Bankaların risklerinin artması durumunda BDDK’nin ne tür işlemler yapabileceği de kanunlarda yazılı..
Kart sahipleri açısından da ödeyemeyeceğinden daha çok harcamak, kişisel bir durum. Hesabınızı bilmiyorsanız, bunu acı bir şekilde en sonunda size öğretirler..

Yeniden gözden geçirilmeli
Ekonomik olaylara zorlayıcı, polisiye yaklaşımlarla sınır koymaya çalışmak dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de “sistemin esasını” bozar.
Hesabını iyi yapanla, iyi yapamayan arasında fark kalmaz, serbest rekabet koşulları bozulur.
Ve sistem doğası gereği bu kuralların ardından dolaşmanın yeni koşullarını yaratır, işler bu kez iyice kontrol edilemez hale gelir.
Nitekim bankalara kredi kartı vermek için sınırlamalar getirirken, mağazaların verecekleri alışveriş kartlarına hiçbir sınırlama konmamış olması, yeni tasarıda “arkasından dolaşma olanağı yaratacak” bir yol bulunduğunun ipuçlarını da veriyor.
Kredi kartı tasarısının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.