Türk tipi 'üst kurul'
Zaman zaman ben de dahil olmak üzere birçok kişi bağımsız kurulların iş yapış tarzlarını eleştiriyoruz.
En göz önünde olanlar BDDK, SPK, RTÜK, Rekabet Kurulu gibi kurullar olduğu için en çok da onlar eleştiriliyor.
Ama şunu da hiç bir zaman unutmamak gerekiyor: Bu kurulların iş yapış tarzlarını ve yaptıkları işleri tartışmak, eleştirmek başka bir şey, kurulların bağımsızlığını ve gerekliliklerini tartışmak başka bir şey.
Türkiye uzun yıllar siyasetten bağımsız olarak yapılması gereken işlerin, siyasilerin elinde bir silah olarak kullanılmasının sıkıntısını çekti.
Bankalarda, BDDK’nın kurulmasından sonra ortaya çıkarılan rezaletlerin, siyasi otorite tarafından yıllardır bilindiği halde şu ya da bu nedenle görmezden gelindiğini öğrendik örneğin..
Kaldı ki bu rezaletler yaşanmamış olsaydı bile, uzmanlık gerektiren ve sadece bu nedenle de bağımsız kurullar eliyle yürütülmesi gereken bir çok iş var.
Bağımsız kurulların hangi alanlarda kurulmasına gerek duyulduğuna bakmak bile bunun nedenlerini açıklamaya yetiyor: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale Kurumu, Radyo ve Televizyon Üst Kurumu, Rekabet Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Şeker Kurumu, Telekomünikasyon Kurumu ve Tütün, Tütün Mamülleri, Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu…
Onca deneyim ‘çöpe’
Milliyet muhabiri Ahmet Erhan Çelik’in bugünkü Milliyet’te okuyacağınız haberi, hükümetin bütün bu kurumları tek tip bir kanunla yönetmeyi tasarladığını anlatıyor.
Yani örneğin SPK ve BDDK gibi kurullar ile Şeker Kurumu benzer şekilde oluşturulacak ve benzer şekilde yönetilecek.. Kurumlardaki daire başkanlıklarının sayısından tutun da, üyelerinin niteliklerine kadar her şey aynı olacak..
Kurulların yaptıkları işlerin nitelikleri, bunun ekonomi üzerinde yaratacağı sorunların farklılıkları gibi ayrıntıları dikkate almayan, merkezci ve tek tip bir düzenleme…
Öte yandan kanun tasarısının bütün kurulların başkan ve üyelerinin üç ay içinde tümüyle değişmesini öngören hükmü yeni bir tür partizanlığın da artık Türk devlet yönetiminde etkin olacağını gösteriyor.
YÖK tasarısında yapıldığı gibi kanundan sonraki üç ay içinde bütün kurullar değişecek ve yeniden yapılandırılacak..
Yaptıkları işlerde bugüne kadar geçirdikleri tecrübelerle önemli deneyim kazanan kurumların bu deneyimleri tabiri caizse çöpe atılacak ve yeni kurulların yapılan işi öğrenmeleri için de belli bir süre kaybedilecek.
Bu uygulama yanlış!
Kanun tasarısının böyle şekillendirilmiş olması, hükümetin yine YÖK örneğinde olduğu gibi “kendisine bağlı bağımsız kurullar” yaratma hevesi içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Mutlaka bir yasal düzenleme gerekiyorsa, bu düzenleme, bu tür kurumların işlemlerinin denetlenmesi, çalışmalarını gerçekleştirirken karşılaştıkları yasal engellerin kaldırılması gibi konulara yönelik olarak yapılmalıydı.
Kurulları tamamen değiştirmek, tüm üyeleri yeniden atamak ve hepsini “tek tip bir elbise içine girmeye zorlamak” her halde yapılması gereken ilk iş olmamalıydı.
Başbakan, Hazine Müsteşarı’nı değiştirirken “vücut dilinden anlayıp iş yapacak bürokratlar istediğini” söylemişti. Öyle görünüyor ki sadece bürokratların hükümete bağımlı olması yetmiyor, şimdi bağımsız kurulların da bu bağımsızlıklarını ortadan kaldırabilecek bir düzenlemeye heves ediliyor.
Bu yapılanın doğru bir iş olduğunu söylemek mümkün değil.