Dün aldığım bir e – posta bir ilçemizde görev yapan genç bir savcıdan geliyordu.
Konuyu tahmin etmiş olmalısınız: Ankara DGM Savcılığı’nın yürüttüğü ve yargı organlarında rüşvet dağıtmak üzere kurulmuş bir çete ile ilgili haberler..
Mektubu yazan savcı okuyucumuz son soruşturmanın, herkes tarafından bilinen ama bugüne kadar üzerine gidilmesine cesaret edilemeyen bir sorunu gün ışığına çıkardığını söylüyor.
“Avukat tutma, hâkim tut” sözünün giderek yaygınlaştığını biliyoruz..
Yüksek yargı organlarında bazı dosyaların hatır ya da rüşvet karşılığı sanıklar lehine bozulduğu iddiaları da yeni değil..
Yüksek yargı organının başındaki bir yargıcın, bir adli yıl açılışında “adalet mensuplarının vicdanları ile cüzdanları arasında sıkıştığını” söylediği de hepimizin hafızalarında yer etmişti..
Sorun derin ve önemli
Şimdi düşünüyorum da bu söz ilk kez söylendiğinde üzerinde yeteri kadar durulmamıştı.
Konuşma, içeriğindeki bu ilginç söz nedeniyle sansasyonel bir haber olarak yayımlanmıştı. Arkasından da birkaç köşe yazısı… Hepsi o kadar..
O tarihte yargının en önde gelen bir mensubunun söylediği bu sözlerin üzerinde yeteri kadar durulabilseydi, acaba bugünkü operasyon ve soruşturmaya da gerek kalır mıydı?
Benim yanıtım belli: Büyük bir olasılıkla gerek kalmazdı..
O tarihte bu söz üzerine bir savcı harekete geçmiş olsaydı, TBMM bu konuyu araştırmak üzere olayın üzerine gidebilseydi, yüksek yargıcın ne demek istediği tam olarak araştırılabilseydi, bugün Yargı’yı bu kadar töhmet altında bırakacak bir olayla da büyük olasılıkla karşılaşmayacaktık..
Şunu en başından söylemeliyim: Sorun salt bir “cüzdan” sorunu değil..
Eğer böyle olsaydı, yurdun dört bir yanında 1 milyar lirayı bile bulmayan maaşlarıyla fedakârca görevlerini yapmaya çalışan savcılar ve hâkimlerin tümünün bu işe bulaşmış olması gerekirdi..
Böyle bir durum olmadığını biliyoruz.. Türkiye’nin dört bir yanındaki hâkim ve savcılar son derece olumsuz koşullar altında, son derece düşük maaşlara rağmen adalet sağlama görevlerini yerine getirmeye devam ediyorlar.
Öte yandan sorun sadece bazı kişilerin, kişilik bozukluklarına da bağlanamayacak kadar önemli ve derin bir sorun..
‘Hepimiz biliyoruz ama..’
Sorunun çözümü için öncelikle hâkim ve savcı atamalarındaki ölçütlerin tıpkı silahlı kuvvetlerde olduğu gibi tartışılmaz ve açık olması gerekiyor.
Evet, atama ve tayinler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılıyor ama yine de tayinlerde sübjektif unsurların öne çıktığı da bir gerçek..
Bazı durumlarda hatırın, torpilin ve siyasi eğilimlerin de öne çıkabildiği bir atama sistemimiz var ve üstelik bu kurulun kararları yargı denetimine de tabi değil..
Geçenlerde İstanbul’a atanmasının üzerinden kısa bir süre geçmiş bir hâkim ile sohbet ederken konu dönüp dolaşıp yargı organlarındaki rüşvet iddialarına da gelmişti.
Yargıcın söyledikleri çok ilginçti: “Kimin ne yaptığını hepimiz biliyoruz ama öyle bir düzen kurulmuş ki onlar bir yanda zenginleşiyor, çocuklarını iyi okullarda okutabiliyorlar, öte yanda da sadece maaşa talim edip dört senede bir ayakkabı alabilenler kendilerince adalet için savaşmaya devam ediyorlar…”
‘Kafayı takma, yoksa..’
Bunu aklım almakta zorlanıyor… Rüşvet yediği çalışma arkadaşları tarafından da bilinen bir hâkim, nasıl oluyor da o görevinde kalmaya devam edebiliyor.. Neden hiçbir yargıç ya da savcı bu durumun üzerine gidemiyor, adalet sistemimizi bu tümörlerden temizleyemiyor..
Yanıtı o yargıç tarafından şöyle verilmişti: Bu işlere kafayı takarsan kendini bir anda Türkiye’nin bir başka ucunda bulabilirsin..
Bu nedenle Ankara DGM Savcısı’nın başlattığı soruşturmaya tüm kamuoyunun sahip çıkması lazım.. Savcı, mesleki kariyerini de ortaya koyup bir soruşturma sürdürüyor ve bu savaşında yalnız bırakılmamalı..
Biraz klasik kaçacak belki ama “tuz kokarsa, her şey kokar”.. Tuzun temizlenmesi için ortaya çıkanlara destek olmalıyız.. En başta da tüm yargı mensupları destek olmalı..
