Üç günlük denizcilik sonunda bilgelik!
Dün tıraş olmamıştım. Bugün de olmadım. Üç günlük sakalla ortalıkta dolaşmayalı ne kadar oldu bilmiyorum. Bavulumu alıp yatılı okulun kapısından çıktığım son günden beri ilk kez “yatılı” gibiyim yine..
Tıraş olmak yok.. Kızlar yok.. Giyinip süslenmek gerekmiyor.. Aynı tişörtle üç gün geçebiliyormuş meğerse..
Dört erkek, bir teknenin içinde bütün gün “geyik” yaparak Marmaris Körfezi ve Hisarönü Körfezi’nde bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyoruz.
Zaman zaman yanımızdan geçen başka yelkenlilerle gizli bir yarış yaptığımız da oluyor ama “rakiplerin” bundan haberi olmadığı için her seferinde kazanan biz oluyoruz!
Seneka, iki bin yıl önce şöyle demiş: “İnsanların mutlu olduğunu zanneden kişi kadar zavallı kimse yoktur bu dünyada!”
Ne kadar yanıldığını gözlerinin içine bakarak söylemek isterdim ama onun için artık çok geç!
Rüzgârın efendisi!
James Thurber’in bir sözünü not etmişim: “Bir Martini fena değildir. İki tanesi fazla gelir. Üçten sonrası asla yetmez!”
Evet, gerçekten de yetmiyor. Karaya çıkmak, “ikmal yapmak” da gerekiyor zaman zaman..
Kumlubük’te, Hollandalı Ahmet’in lokantasında Çinli bir aşçı var.. “Küreselleşme” bu olsa gerek.. Salmonella korkusuna aldırmadan yuvarladığımız keçi peynirlerini, kırk yıllık Marmarisliler gibi kızartmayı başarıyor!
Güçlü bir rüzgâr lodostan eser, teknenin yelkenlerini şişirirken, insan kendisini gerçekten güçlü hissediyor.
Rüzgâra hakim olup onu kölen haline getiriyorsun ve tekneni istediğin yere çekip götürüyor. Üstelik ne karnını doyurmak zorundasın, ne de bir ücret ödemen gerekiyor..
Öylece çalışıyor. Biraz gürültücü olduğunu kabul etmek gerek ama..
Ve eski bir inanışa güvenip bulduğumuz her şeyi mideye indiriyoruz: “Göbeğinden rüzgâr yiyen denizci şişmanlamaz!”
Sonucunu İstanbul’a dönüp baskülün üzerine çıkınca alacağımız bir denizci inanışı..
Sayısız iddia
Balzac’ın ne kadar haklı olduğu, gevezelik yapılan her an bir kez daha ortaya çıkıyor: “Erkekler, mantıklı her iddiaya karşı koyacak, fakat yine de tek bir bakışa aldanacak şekilde yaratılmıştır!”
Sayısız iddiaya giriyoruz ama kimin kazandığını kimse bilmiyor.. Çünkü her kanıtın karşısına konulacak bir başka kanıt beynimizin gri hücrelerinin içine saklanmış, ortaya çıkacak anı bekliyor..
Sevdiğin olmadan olmuyor
Yatılı erkek okullarında yaşamının bir bölümünü geçiren her erkeğin daha küçük bir çocukken öğrendiği bir gerçeği tekrar hatırlıyor, eski günlere dönüyorum..
Eski denizcilerin teknelerinde kadın yolcu neden istemediklerini ve denizde kadının uğursuzluk getireceği inancını tartışıyoruz.
Uğursuzluk getirir miydi bilmiyorum ama teknede kadın olduğunda mutlaka tıraş olmak ve arada bir giydiklerini değiştirmek gerekiyordu, bu kesin..
Ancak mutfağın hali, pişirilen şeylerin lezzetsizliği neyle açıklanmalı?
Kato’nun kulaklarını çınlatıyoruz: Kadının seninle eşit seviyeye gelmesine bir kez izin verdin mi, o andan itibaren artık senin üstündür!
Yanıtı yine Doğu’dan geliyor, Çuang Tzu’dan: “Her erkek yararlı şeylerin faydasını bilir fakat yararsızlığın faydasını bilmez!”
Üç günlük “denizcilik” çabamız Dalaman Havaalanı’na doğru yola çıkarken bitiyor.
Düşünüyorum da “erkek geyiği” eğlenceli ama yanında sevdiğin bir kadın olmadan, yaşadıklarının bir anlamı yok!