Ulusal gurur kılığına "takiye"!
Fransız gazeteci – edebiyatçı Emmanuel Berl “Attila’dan Timur’a Avrupa ve Asya” isimli kitabında (Doğan Kitap, Çeviren: Gülseren Devrim) Avrupa’nın bir fikir ve idealler bütünü olduğunu söylüyor.
Avrupa kavramının örneğin Mısır gibi elle tutulur, gözle görülür bir fiziki varlığı tarif etmediğini, üzerinde yaşayan insanların kendileri için geliştirdikleri bir “projeler bütünü” olduğunu söylüyor.
Bu projelerin içinde kalanların Avrupalı sayıldıklarını, dışında kalanlarınsa Avrupalı kabul edilmediklerini anlatıyor.
Haçlı Seferleri’ni, hümanist merkantil Avrupa hayalini, sanayi devrimini bu projeler arasında sıralıyor. Ne demek istediğinin daha iyi anlaşılması için de şu örneği veriyor: “Kiev Rusya’sı Avrupa’ydı, Moğolların Rusya’sı değil… Büyük (Biz Deli diyoruz) Petro’nun Rusya’sı hiç değil…”
Pazarlığa yer yok
Birleşik Avrupa ideali de böyle bir proje… Bu projenin içinde yer alıyorsanız Avrupalısınız, almıyorsanız değilsiniz..
Avrupa Birliği temel metinlerinde bu idealin ne olduğunu tarif ediyor: Ünlü Kopenhag Kriterleri’nin siyasi şartları, birliğe aday ülkelerin tüm organlarıyla demokrasinin, hukukun üstünlüğününün, insan haklarınının, azınlık haklarının korunmasını garanti altına almayı hedefliyor.
Ekonomik şartları ise “makro ekonomik istikrarın sağlanması, temel ekonomi politikalarında istikrar, fiyatların ve ticaretin serbestliği, piyasa güçlerinin özgür davranışları önündeki engellerin kaldırılması, pazara giriş ve çıkışların tamamen serbest olması, mülkiyet haklarının korunması, kanunların ve sözleşmelerin uygulanabilir olması.”
Bu şartları eksiksiz olarak yerine getiren ülkelerin Avrupa Birliği idealini benimsedikleri ve Birliğe üye olabilecekleri biliniyor.
Kısacası bunlar üzerinde pazarlık edilebilecek kavramlar değil. Benimsiyorsunuz ya da benimsemiyorsunuz. Avrupalı oluyorsunuz ya da olamıyorsunuz… Bu kadar basit..
Bu ilkeler üzerinde pazarlık etmeye çalışmak, şunu yaparım da bunu şimdilik yapamam demek, bana biraz taviz verin demek, bana bunları zorla dikte ediyorsunuz demek, ulusal gururumuzu çiğnetmeyiz gibi hamasi yaklaşımları seslendirmek, bu projenin dışında kalmayı ve kapıda beklemeyi kabul etmek demek…
Biliyoruz ki Türkiye’deki bazı çevreler Avrupa Birliği fikrine karşılar… Bu doğal. Doğal olmayan şey bu karşıtlığı açıkça ortaya koyamıyor olmak. İki yüzlü davranmak… İlkeler üzerinde pazarlık edilemeyeceğini bile bile sırf Avrupa’dan yanaymış gibi pazarlık etmeye çalışmak ama böylece kendi gerçek tavrını halktan saklayarak Avrupa Birliği’ne girişin önünü tıkamak…
Ne eksiğimiz var?
“Takiye”nin “ulusal gurur” kılığına girmiş hali diyorum ben buna..
Bu nasıl bir ulusal gurur ki, Birliğin ekonomik şartlarına hiç itirazı yok ama sıra insan hakları ve demokrasiye gelince kırılıveriyor?
Londra’da yaşayan herhangi bir insanın sahip olabileceği haklara, İstanbul’da yaşayan herhangi bir insan neden sahip olamıyor? Bizim eksikliğimiz ne ki böyle bir demokratik haklar demetine sahip olamıyoruz? Çok mu yeteneksiziz, bu haklara sahip olursak aklımız başımızdan mı gidecek? Peki böyle düşünmek ulusal gurur ile bağdaşıyor mu? Türklerin, öteki milletlerden daha az demokrasiye layık olduklarına inanmak bizleri aşağılamak değilse, nedir peki?