Dün sabah erken saatlerde Sina Koloğlu’ndan aldım kötü haberi… “Erman Ağabey öldü.” Hep böyle olur zaten. Gazeteciler, bir gazetecinin öldüğünü, yüzü allak bullak olmuş en yakın çalışma arkadaşından öğrenirler.
Hepsi hepsi üç kelime…
Soru da sorulmaz, başka açıklama da yapılmaz…
Bir an kaybedilen meslektaşın yüzü gelir gözünüzün önüne…
Tipik hareketlerini hatırlarsınız… Sesi çınlar kulağınızda…
Sonra acaba sağlığında onu hiç kırmış mıydım, üzmüş müydüm diye düşünürsünüz…
Şu kadar zamandır köşe sahibi olup, istediğiniz her şeyi yazdığınız halde, nasıl olup da o hayattayken gönlünü hoş edecek bir şeyler yazmadım diye pişmanlık duyarsınız.
İşi yazı yazmaktı…
Erman Şener’i tanıyalı 22 yıl oluyor. Erkekçe Dergisi’nin film eleştirilerini, televizyon yazılarını yazarken tanışmıştık.
O tarihte bütün gazete ve dergiler, Tercüman dışında, Cağaloğlu’ndaydı.
Tanışıklığın arkadaşlığa ve dostluğa dönüşmesi kolaydı. Birlikte gidilen yemekler, meyhanelerde ayaküstü atılan bir tek rakı, sabahları vapurdan inip yokuşu tırmanırken birlikte alınan poğaçalar…
Erman Ağabey o zaman da Milliyet’te ve yan yayınlarında çalışırdı. Hey ve Telemagazin dergilerinde..
Bize de serbest yazar olarak televizyon ve film eleştirileri yazardı.
Tek marifeti bu değildi. Cikletlerden çıkan manileri de yazdığı olurdu, yabancı menşeli ciklet karikatürlerine espri yazdığı da… İşi yazı yazmaktı… Bıkmadan, usanmadan, şikâyet etmeden…
Bulduğu manileri okur, birlikte gülerdik.
Tanışıp ahbap olduğumuz günden sonra çıkardığım bütün dergi ve gazetelerin televizyon filmlerini, sinema eleştirilerini o yazdı.
Sadece telefonda konuşurduk. “Erman Ağabey, bir kadın dergisi çıkarıyorum… Haftaya yazı lazım…”
Tek bir gün bile benimle pazarlık yapmadı. “İşim çok, yetiştiremem” demedi. Ki işi her zaman gerçekten çok olan bir insandı… Ona verdiğim son günün sabahı telefon eder, yazıları aldırmamı söylerdi.
Tek bir şeye kızardı…
Hiç para konuşmadık onunla. “Bana kazık atmazsın nasıl olsa” derdi.. “Para vermesen de olur” derdi.. “Satmazsa para yok” derdi..
Hiç hakkını yemediğimi düşünüyorum. Bana geçmiş hakkı varsa helal ettiğine de eminim.
Yaşamını yazı yazmak, kitap okumak, film seyretmek üzerine kurmuş çelebi bir insandı.
Sadece böyle insanlarda rastlayabileceğiniz bir alçakgönüllülük içinde mesleğin çilesini çekti.
Yakındığını, sızlandığını duymadım…
Bir tek şey hariç… Televizyon kanallarının sayısı artıp, bir günde gösterilen film sayısı arttıkça, film tanıtım yazılarına ayrılan yer de daralmaya başlamıştı. Sayfa sekreteri arkadaşlarımız bazen yazısı uzun geldiğinde yazıyı kısaltır ve sonunu şöyle bağlarlardı: Ve olaylar böylece gelişir!
Buna çok kızardı. Kızmaktan daha da çok alay ederdi aslında… “Ne gelişmiş, kim gelişmiş, nerede gelişmiş, nasıl gelişmiş, ne zaman gelişmiş? Oraya gelirsem neyin geliştiğini gösteririm!”
Acaba bu yazının başlığını böyle atsam Erman Ağabey uçup gittiği sonsuzluktan geri gelir mi, ağzımın payını vermek için?
Nur içinde yatsın… Daha yazılacak ne kadar çok film vardı oysa…
