Mart ayının sonunda vizyona giren “İstanbul Kanatlarımın Altında” isimli filmi henüz göremedim. Seyreden arkadaşlarım, filmin en büyük başarısının “son otuz saniyesine kadar Türk filmi gibi olmamak” olduğunu söylüyorlar.
Film vizyona girdiği ilk 24 gün içinde tam 112 bin kişi tarafından, 22 milyar lira ödenerek seyredilmiş.
Aynı dönemde sinemalarda gösterilen Oscar’lı film Elveda Las Vegas’ı sadece 37 bin kişinin izlemiş olması, İstanbul Kanatlarımın Altında’nın başarısının ne kadar büyük olduğunu gösteren iyi bir örnek.
Demek ki Türkler, iyi çekilmiş, senaryosu özenle yazılmış, başarılı oynanmış Türk filmlerine ciddi bir hasret duyuyorlar. Ve karşılarına böyle bir örnek çıkınca da soluğu sinemada alıyorlar.
Ders verme merakı
Oysa Türk sineması ile yakından ilgilenenlere bakılacak olursa, Türk sineması ciddi bir kriz içinde. Son derece az sayıda film çevriliyor, bu filmleri de son derece az sayıda seyirci izliyor.
Geçen yılki Yengeç Sepeti’nin başarısını da hatırlayacak olursanız, Türk sinemasının sorununun seyirciden çok, kendisinden kaynaklandığı da böylece ortaya çıkıyor.
Türk sineması denilince gözlerimizin önüne hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi görünen uzun sahneler, abartılı oyunculuk, uzun iç konuşmalar, iç bayıltıcı bakışmalar geliyor.
Filmlerin yönetmenleri ve senaryo yazarları, oyuncularının ağızlarından bizlere ders vermeye bayılıyorlar, (İstanbul Kanatlarımın Altında’nın son otuz saniyesinde bu eski problemin depreştiğini söylüyor arkadaşlarım.)
Konuların büyük bölümü hayattan kopuk ve çok fazla bireysel özellikler gösteriyor.
Oysa insanlar sinemaya esas olarak hoşça vakit geçirmeye gidiyorlar.
Birisinin kafalarına vurur gibi didaktik bazı söylevlere girişmesi herkesi sinir ediyor.
Türk sinemasının ve yanısıra Avrupa sinemalarının, Hollywood filmleri karşısındaki yenilgileri de esasen bundan kaynaklanıyor.
Kimse taklit izlemiyor
Oysa, Türkiye’de, konusunu ülkemizin tarihinden, günlük yaşamından alan bir çok film çekilebilir ve bunlar da en az Amerikan filmleri kadar iş yapabilirler. İstanbul Kanatlarımın Altında’nın başarısı bu savımı destekliyor.
Oscarların en babalarını toplayan Brave Heart (Cesur Yürek) filminin dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de gördüğü ilgi aklıma bazı projeler getiriyor.
Örneğin ünlü efelerden Atçalı Kel Memet’in hayatı neden Cesur Yürek gibi bir süper prodüksiyonun konusu olmasın?
300 atlı zeybekle, yerel iktidar odaklarına karşı ayaklanıp koca Aydın vilayetini ele geçiren, “Vali-i vilayet/Hademe-i devlet/Atçalı Kel Memet” diye mühür bastırıp, kendisini valiliğe tayin eden Atçalı’nın hayatı, İskoç Cesur Yürek’ten daha mı az renkli?
Cesur Yürek kadınların yüreğini hoplatabiliyor da; yedi köyün güzeli, ceylan bakışlı Zeyno’yu yakıp bitiren Atçalı mı kadınların kalplerini titretemeyecek?
Robin Hood film olabiliyorsa, neden tıpkı onun gibi zenginden aldığını fakir halka dağıtmasıyla ünlü Çakıcı Mehmet Efe film olamıyor?
Bir de Brezilya dizileri var.
Bugüne kadar Brezilya dizilerine rakip olması için çekilen Türk dizilerinin başarısız”olmalarının en önemli nedeni, Türk işi Brezilya dizisi olmalarıydı.
Aslı bol miktarda bulunduğu için hiç kimsenin taklidi seyretmeyeceği yapımcıların aklına gelmedi.
Devlet yardımı beklemek
Çocukluğumuzda gözyaşları içinde heyecanla okuduğumuz yeni kitaplarının çıkmasını sabırsızlıkla beklediğimiz Kemalettin Tuğcunun öyküleri, usta bir senarist tarafından birleştirilip bir dizi haline getirilse, bence sonuç çok başarılı olabilirdi.
Gazetelerde film yönetmenlerimizin, film oyuncularımızın sık sık bir araya gelerek Türk sinemasının düştüğü durumdan yakındıklarını okuyoruz.
Vardıkları sonuç hep aynı: Devlet bize yardım etsin!
Biraz kafalarını kaldırıp etraflarına ve Türkiye’de olan bitenlere baksalar, halkın beğenebileceği prodüksiyonları gerçekleştirseler ne devlete ihtiyaçları olacak, ne de Kültür Bakanı bilmem kimin hamiyetine…
Yeter ki yaptıkları şey “mastürbasyon” değil, “sinema” olsun!