İngiliz mi olsak?
Geçtiğimiz hafta çok kısa bir süre için Londra’daydım. Beş gün de olsa medeniyetin göbeğinde olmak insana mutluluk veriyor.
Trenlerin, metronun tarifede yazıldığı saatlerde hareket etmesi, telefonla ayırttığım bale biletlerinin, üzerinde adım yazılı bir zarfın içinde beni Royal Opera House’un kapısında beklemesi gibi küçük detaylarla mutlu oldum.
Ama en çok sevindiğim şey, Türklerin, İngiltere’ye artık yalnızca alış-veriş yapmak için gelmediklerini öğrenmem oldu.
Konuştuğum bir çok kişinin İngiltere’de öğrenim için bulunması, öğrenimleri bitince de memleketlerine dönmeyi planlıyor olmaları gerçekten gelecek için içimin umutla dolmasına yol açtı.
Türk gazetelerinden Hürriyet, Türkiye ile aynı anda İngiltere’de de satılıyor.
Londra’da okuduğum Rauf Tamer’in yazısı o sıradaki ruh durumuma çok uygun olduğu için göğsümü kabarttı.
Tamer, “Sevinçli bir yazı” başlığı altında ulusça ortak sevinmemiz gereken başarılarımızı sıralıyordu.
Sabahleyin bu yazıyı okuyup otelden çıktım. Ancak, Türkiye gerçeği ile Londra’da karşılaşmam için THY bürosuna gitmem yetti.
Bir bilet değişimi tam 1.5 saat sürdü Görevliler canla başla çalıştılar, ama biletimi iki dakikada kesip elime vermeleri kısmet olmadı. Sebebini sordum. “Bilgisayar programı hatalı, ondan oluyor” dediler..
Hatalı programın neden değiştirilmediğini ise sormaya hiç gerek görmedim. Bir yığın bürokratik engelin sıralanacağını adım gibi biliyordum çünkü.
Sizlere buradan Atatürk Havalimanı’ndan hem gidiş, hem de geliş terminallerindeki rezilliklerden bahsedecek değilim.
Ama eve dönerken sokak aralarına gelişigüzel yığılmış çöp torbalarından bahsedeceğim. Bir insanın evini kapısına, içi çöp dolu torbaları nasıl olup da bu kadar rahat bırakabildiğine inanın aklım ermiyor.
Belediye hizmetlerinin yetersizliği, insanların çöplerle dolu sokaklarda yaşamalarına yeterli bir gerekçe olabilir mi? Çöp torbalarını ağzı sıkıca kapalı kutularda çöp kamyonu gelene kadar muhafaza etmek imkanı yok mu?
Eve dönünce balkona çıktım. Civardaki balkonların hemen tümünün eski-pis eşyalarla dolu olduğunu, bir bölümünün alüminyum doğramalarla eğri-büğrü kapatıldığını gördüm. Sınırsız bir zevksizlik dört bir yanımızı sarmıştı.
İnsanların balkonlarına iki-üç saksı sardunya koyması, balkona yığılan pisliklere çeki düzen vermesi, hayat boyu kullanmayacağı pırtıları çöpe atması, ya da ihtiyacı olana vermesi çok mu zor?
Yoksa temiz bir ortam yaratmak ve orada yaşamak için ille İngiliz, Fransız, Alman vs. mi olmak gerekiyor?
Yaptıklarıyla Rauf Tamer’e koca bir yazı yazdıracak kadara başarılı olan Türk milleti, bu kadar ufak tefek şeyleri neden yapamıyor?
Bu soruların cevabını hep birlikte düşünmemizi öneriyorum.