Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

 Radikal’in çizgi kahramanı Dave’in biraz sonra size sözünü edeceğim bandı ile sekiz gün eşinin ölüsüyle aynı evde yaşayan Meksikalı kadının öyküsü gazetelerde aynı günlerde yer aldı.

Margarita Sanchez’in öyküsü sanırım dikkatinizi çekmiştir. Geçtiğimiz hafta içinde Türker Alkan’ın bu olayla ilgili olarak yazdığı güzel yazıyı da okumuş olmalısınız.

Bayan Sanchez tam sekiz gün süreyle ölü eşiyle aynı yatağı paylaşmıştı. Eşinin hareketsiz öylece yatıp kalmış olması dikkatini hiç çekmemişti. ‘Herhalde yine bana küstü’ diye düşünmüş, böyle düşündüğü için o da küs gibi davranmıştı. Sekiz gün boyunca hiç konuşmadan, birbirlerine hiç dokunmadan yaşamışlardı. Diğer evlilik küslüklerinden Sanchez’lerinkini ayıran şey adamın ölmüş olmasıydı, o da ancak sekiz günlük küslüğün sonunda anlaşılmıştı.

Türker Alkan köşesinde şunları yazıyordu: “Evliliğin veya ilişkinin ilk yıllarından başlayarak, her gün konan bir tuğla ile yükselen duvarlar eşleri birbirinden ayırır, herkes kendi hücresinde, kendi içine gömülmüş olarak oturur kalır. Her iki taraf da, karşı tarafa tuğla örerken aslında kendini gömdüğünün pek de farkına varmaz. Başkası için yaptığımız hapishaneye kendimiz düşeriz sonunda.”

Çizgi kahramanımız Dave’in bandı da bir bakıma konuyla ilgiliydi. Dave’in annesiyle babası televizyonun karşısındaki büyük koltukta uyuyakalmışlardı. Kadının üzerindeki sabahlığı, adamın uyuduğunda ellerinden yere düşmüş gazetesi, çiftin birbirine karşı özensizliğinin ipuçlarını veriyordu.
Dave ile kız arkadaşı kapıda durmuş salondaki görüntüyü izliyorlardı. Kız Dave’e soruyordu: “Annenle baban ilişkilerinin ne olacağını tartışmazlar mı hiç?”

Dave’in yanıtı yıllanmış evliliklerde eşlerin birbirlerine neden teslim olmak zorunda kaldıklarını açıklıyordu: “Olan olmuş zaten, ne diye tartışsınlar?”

Aradan geçen yılların başka birçok şey gibi kadın-erkek ilişkisini de eskittiğini söylemek için büyük bir araştırmacı olmaya gerek yok. Bu herkesin bildiği, açıkça itiraf etmese de kendi hayatında yaşadığı bir şey.

Belki de yüzlerce yıldan beri hep sorduğumuz ama cevabını asla bulamadığımız bir soru: Aşkın ölümü kaçınılmaz mı?

Bedri Rahmi vaktiyle bir köylünün aşkı “Seversin, kavuşamazsın, aşk olur” diye tarif ettiğini söylemişti. Acaba ölümsüz aşkı bulmanın tek yolu hiçbir zaman kavuşamamak mı?

Evlilik, tanımı gereği kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi ‘kolaylaştıran’ bir unsur. Bu ‘kolaylıkların’ eşlerin birbirlerine gösterdikleri özen duygusunu zaman içinde şiddetli biçimde sarstığı, zedelediği de gerçek.

Yaşamlarının sonuna kadar birlikte yürümeye söz vermiş iki kişinin, hayatın günlük gerçekleri karşısındaki gelişme süreçlerinin faklılığı da ilgi alanlarının ayrışmasına, giderek daha az ortak zevkler geliştirilmesine yol açabiliyor.

Özü itibariyle ‘iki insanın birbirini ilginç bulması’ olan aşk böylece can çekişmeye başlıyor, çiftler kendi ördükleri duvarların içinden daha da çıkamaz hale geliyorlar ve hücrelerinde ölümü bekliyorlar.

İş bir kez bu noktaya geldiği zaman da ilişkinin geleceğini konuşmanın bile önemi kalmıyor.
Tıpkı Sanchez’ler ile Dave’de olduğu gibi…