RADİKAL

Avrupa'nın sınırı nereden geçiyor?

Bu soruyu bana ilkokulda sorsalardı yanıt çok kolaydı: Doğuda Urallar, Karadeniz, Boğazlar, Marmara, Ege; güneyde Akdeniz; batıda ve kuzeyde Atlas Okyanusu…

Ama L’Express muhabiri Bernard Guetta bana dün bu soruyu sorduğunda ona verdiğim yanıt çok daha farklı oldu. Artık ‘Avrupa’nın sınırları’nı belirleyen şey bu coğrafi tanımdan daha ötesini içeriyor. İçinde insan haklarını, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, liberal ekonomi anlayışını barındıran bir değerler sistemi tarif etmek gerekiyor.
Tarif böyle yapılınca fiziki Avrupa haritasının tam göbeğinde yer alan birçok ülkenin tanım dışında kalması kaçınılmaz. Beyaz Rusya, Yugoslavya (Sırbistan) ve büyük ölçüde Rusya bu tanımın dışında kalıyorlar. Aynı şekilde bu tanımın sınırında gezinen ülkeler de var. Arnavutluk ve Ukrayna gibi.. Bir de Slovakya, Türkiye, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya vs. gibi bu tanımın ‘ne içinde ne de büsbütün dışında’ kalan ülkeler var.
Türkiye’nin iradesinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye Avrupa’nın bir parçası olmak istiyor, bunun için gerekli ölçütlere uymak amacıyla çaba gösteriyor. Topraklarının bir bölümü fiziksel olarak Asya sınırları içinde de olsa, Avrupa değerler sistemini benimsemek yolunda mücadele ediyor, bu mücadelesinin aynı değerleri benimsemiş öteki ülkeler tarafından en azından saygıyla karşılanmasını bekliyor.
Almanya Dışişleri Bakanı Fischer geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği vizyonunu ulusal devletlerin oluşturduğu bir federasyon olarak ortaya koydu. Bu, üye ülkeleri içinde eritecek bir yapı öngören geleneksel Avrupa Birliği vizyonundan bir hayli farklı. En başında federasyonun sınırı fiziksel olarak ‘Avrupa’ ile tanımlanıyor. Tanım böyle yapıldığında Türkiye’ye düşen şey ‘yakınlaşma stratejisi’nden ibaret. Fischer’in Avrupa tanımında Türkiye’ye yer yok.
Fischer’in Avrupa Birliği’nin gelişme vizyonu olarak ortaya koyduğu öneri, Almanya Dışişleri Bakanı kimliği ile birleşince insanın aklına ister istemez Kohl’ü getiriyor. Kohl’ün başını çektiği görüş, hatırlayacaksınız, Türkiye’nin Avrupa kültürüne yabancılık gibi nedenlerle üyeliğinin söz konusu olamayacağını savunuyordu.
Kohl’ün yontulmamış ırkçı ve dinsel ayrımcı görüşleri, Fischer tarafından ‘inceltiliyor’. Ama ortaya konulan genişleme stratejisinin varacağı yer burası: Sizin kültürünüz farklı. Böyle düşünenlere örneğin İtalya ile Finlandiya arasında nasıl bir kültürel bağ olduğunu sormak gereksiz. Bunun utangaç bir din ayrımcılığına işaret ettiğini herkes biliyor. Ve Birleşik Avrupa fikrinin temeline dinamit koyacak olan şey de din ayrımcılığına dayanan bu ‘neo ırkçılık’ olacak.