Canı sıkılan üç kız
Dean Martin’in eski bir şarkısıyla geçen gün videoda seyrettiğim bir filmde yeniden karşılaştım. Gözümün önüne her şeye tepeden baktığım, ukala yıllarım geldi.
Bir amatör filozof olarak ortalarda dolaşıp, herkese durumuna uygun bir söz söylediğim yıllarım…
Şarkının adı “You’re nobody till somebody loves you”.. Birisi seni sevene kadar bir hiçsin..
O yıllarda arkadaşlarım da benim gibi gençtiler ve tıpkı benim gibi kendilerini bir şey zannediyorlardı. Bu şarkı da doğrusunu isterseniz hepimizin durumuna cuk oturuyordu.
Dün İsmet ve Elif ile birlikte Hasan’da geleneksel bir ‘çalışma yemeği’ yedik. Yemekte çok enerji sarf ettiğimiz için Mado’da kendimizi bir kolesterol ve şeker bombardımanına tuttuk.
Yanımızdaki masada üç genç kız oturuyordu. Sımsıcak bir güneş ve denizden esen tatlı bir rüzgâr Yeşilköy’ün asude ortamında insanın içine işliyordu.
Komşu masadaki kızlar benim iddiama göre 19-20, İsmet’in yılların tecrübesinden süzülmüş tespitlerine göre en fazla 16-17 yaşlarındaydılar. Canları sıkılıyordu.
Elbette saygısızlık edip bunu kendilerine sormadık. Ama yüzlerinde öyle bir ifade vardı ki, görenler bir dergâhın çile hücresinden az önce çıktıklarını zannedebilirdi.
Ellerindeki cep telefonu tek ilgi konularıydı. Ama belli ki o telefondan onları kimsenin arayacağı da yoktu. Üç güzel genç kız, havanın ve kuş seslerinin insanları aşka, coşkuya çağırdığı bir ortamda, belki hiç çalmayacak bir cep telefonuna bakarak sıkılıyorlardı. 12 milyonluk İstanbul’da yapayalnızdılar. Hiçlikte kaybolmuş gibiydiler.
Epikür “Sefil bir dünyaya salıverilmiş bir insanın biricik ve gerçek sağlam değerinin o insanın hissettiği haz duygusu olduğunu” önerir. Bir yudum serin su, masmavi bir denize sokulan küçük beyaz ayaklar, bir okşama, hatırlandığını hissetme, bir kırlangıcın yuvadan uçup gitmesi… Bunların arasında aşk yoktur, çünkü aşk çok büyük bir hazdır ve büyük hazlar çoğunlukla mutluluktan çok mutsuzluk verdikleri için onlara yüz vermez. Epikür’ün haz alınacak ‘şeyleri’ light kola gibi, light sigara gibidir. İçersin ama şişmanlamazsın, içine çekersin ama sigara içtiğini anlamazsın.
‘Fıstıklı dürüm’ü bitirip ‘kaymaklı gelin bohçası’na girişmeden önce kızların durumunun ‘Post Epiküryen’ bir varoluşa işaret ettiğine karar verdik.
Aslında ‘mutlu’ olmak için her şeye sahiptiler. Güzeldiler, gençtiler, belli ki iyi okullarda okuyorlardı, ellerindeki cep telefonunun fiyatına bakılırsa maddi sıkıntıları da olmamalıydı. Ama derin bir boşluk içinde gibiydiler.
Hiç çalmayan cep telefonlarına bakarak bu boşluğun sebebinin ‘aşksızlık’ olduğuna karar verdik.
Onlara Dean Martin’in şarkısından söz etmek istedim ama elbette bunu yapmadım.
O kadar gençtiler ki nasıl olsa bunu kendi kendilerine öğrenecekler diye düşündüm.
O zaman canları hiç sıkılmayacak. Belki üzülecekler, kırılacaklar, zaman zaman dünyanın sonunun geldiğini düşünecekler ama bir kere âşık olduklarını hissettikleri anda bunların hiçbirini önemsemeyecekler. Beckett gibi içlerinde katledilmiş ya da hiç günyüzü görmemiş bir varlık taşıdıklarını hissedecekler ve ona can vermeyi deneyecekler.
İşte o zaman canları hiç sıkılmayacak.