Türkiye yeni bir seçim sürecine girdi. Nisan ayında yine böyle bir pazar günü sandık başlarına gidecek ve egemenlik hakkımızı kullanmaları için çeşitli siyasetçilere ‘vekâlet’ vereceğiz, yeni milletvekillerini seçeceğiz.
Dün Posta Gazetesi’nde yayımlanan bir haber aslında bazılarını hiç seçmesek de olabileceğini ortaya koyuyor.
Nisan ayında görevini tamamlayacak olan TBMM’nin 39 üyesi geçen seçimlerden sonra yemin etmek için çıktıkları Meclis kürsüsüne bir daha hiç çıkmamışlar.
1 Ekim 1997’de başlayan Meclis’in üçüncü dönem çalışmalarında da tam 68 milletvekilinin Meclis’te hiç konuşma yapmadığı tespit edilmiş. 84 milletvekili ise sadece bir tek kez konuşma yapmış.
Hiç konuşmayan ya da bir tek kez konuşmakla yetinen milletvekilleri arasında Veysel Atasoy, Mehmet Batallı, Sedat Bucak, Köksal Toptan, Necmettin Cevheri, Nahit Menteşe, Seyfi Oktay ve Mustafa Kalemli gibi siyaset sahnesinin her zaman ön planında olan isimler de var.
Hiç konuşmayan milletvekilleri, millet adına egemenliği kullanma görevlerini sadece oy kullanırken kaldırdıkları kollarıyla yerine getirmişler.
Büyük bir ihtimalle konuşma hazırlamak için çalışmaya ayıracakları süreyi, Meclis kulisinde dedukodu yapmak, iş takip etmek, Meclis lokantasında ucuza yemek yemekte kullanmışlar.
Benim dikkatimi en çok çeken şey ise Meclis’teki en kalabalık grup olmasına rağmen ‘kendisine konuşma sırası gelmeyen’ milletvekiline en az sahip olan partinin Fazilet Partisi olması.
Fazilet’li milletvekillerinin her konuda söyleyebilecekleri bazı sözler olmuş ama ondan daha az sayıda milletvekiline sahip olan DYP gibi partilerde nedense hep aynı kişiler konuşmuş.
Sadece bu durum bile erken seçimin favorisinin neden Fazilet Partisi olduğunu ortaya koymaya yeterli.
Belli ki bazı partilerin yöneticileri kendi milletvekillerinin Meclis’te bir konuşma yapmaya bile yeterli olmadığının farkındalar.
Onların görevleri zaten halkı temsil etmek ve kendilerini seçenlerin görüşlerini Meclis’te dile getirmek değil, liderin emrettiğini yapmak.
Lider de bazı konularda kol kaldırıp indirmeyi yeterli bulduğuna göre büyük bir ihtimalle görevini yapmış insanların huzuru içinde maaşlarını hak ettiklerini düşünmüşler.
Cumhurbaşkanı parlamenter sistemden umudunu kesip başkanlık sistemi önerdiğinden beri hep aynı şeyi söylüyorum.
Sorun sistemin şu ya da bu olmasında değil, bu sistemi işletecek mekanizmaların kurulmasında.
Milletvekilleri eğer liderlerin kapıkulları haline getirilmemiş olsaydı, hepsi kendi görüşüne sahip gerçek siyasetçiler olabilselerdi karşımıza böyle bir tablo da çıkmayacaktı.
Kamuoyuna bu seçimlerde düşen en büyük görev, milletvekili adaylarının seçiminde liderlerin etkisini azaltacak, kapıkulları tayin edilmesini önleyecek demokratik ön seçim mekanizmalarının çalıştırılmasına partileri zorlamaktır.
