RADİKAL

Bilinç akışım beni korkutuyor

 James Joyce, “herkesin bildiği, ama kimsenin okumadığı” klasiği Ulysses’i yazarken “bilinç akışı” adı verilen bir teknik kullanmıştı. 1904 yılında Dublin’de orta alt sınıftan insanların bir günde neler yaptıklarını, neler düşündüklerini “bilinç akışı” yöntemiyle anlatmıştı.

Tekniği daha iyi anlatabilmek için bir örnek vereyim: Romandaki kahramanlardan birisi olan Bay Bloom, öğleden sonra saat 1 sularında Davy Byrne’in barında gorgonzola peyniri ile Burgundy şarabı içerken anıları canlanmış, Hotwth Head koyunda Molly ile ilk seviştiği günü hatırlamıştı. Bloom’un anılarını canlandıran şey barın camında çiftleşen iki sineğin varlığıydı. Birbirine yapışan iki sineğin vızıltısı Bloom’un bilincinde Molly’nin ‘yumuşak, ılık, zamk gibi yapışkan’ dudaklarını çağrıştırmıştı.

‘Sirenler’ isimli bölüme hâkim olan şey ise kulak ve müzikti. Burada Bloom’un kendisi de kentin seslerinden birini yaratan bir müzik aletine dönüşmüştü. Elbette biraz garip bir müzik aleti: Gorgonzola ve şarabın etkisiyle bastıran gaz nedeniyle yellenmek ihtiyacı hisseden Bloom yanından geçen bir kadın yüzünden kendini tutar. İşini görmek için yoldan geçecek tramvayın gürültüsünü bekler. Kentin müziğine Bloom’un çıkardığı “pprrpffrrppfff” sesi de karışır.

Son günlerde kendimi bilinç akışından koruyamıyorum. Tıpkı Bloom gibi, günün ortasında karşılaştığım bazı olaylar beni alıp geçmişe götürüyor.

Maltepe Camii’ndeki cenaze töreni sırasında siyasetçilerden özellikle ayrı duran generalleri
görünce ister istemez 1960’ın Eskişehiri’ne gidiyorum. Menderes’e kenti ziyareti sırasında arkalarını dönen subayları hatırlıyorum.

Başbakan Erbakan’ın protestolardan çekinip kalabalığa karışmamak için şehit yakınlarına başsağlığı dilemeden tören yerinden ayrılması beni 1960’ın Kızılayı’na götürüyor. Kalabalık içinde sıkışıp kalan talihsiz Menderes’i hatırlıyorum.

Tümgeneral Erol Özkasnak’ın askeri operasyona destek vermediği için hükümeti eleştirdiği konuşmayı televizyonda izlerken 198O’e dönüyorum. Amerika dönüşünde Kenan Paşa’nın, bir cumhurbaşkanı bile seçemeyen Meclis’i ve siyasi parti liderlerini eleştirisini hatırlıyorum.

Bu bilinç akışı nedeniyle ‘darbe şakşakçılığı’ suçlamasıyla karşılaşmaktan çekiniyorum. Aslında benim bilinç akışı zannettiğim şeyin ‘tekerrür eden tarih’ olmasından korkuyorum.

Meraklısına not:
Joyce’un Ulysses’ini Nevzat Erkmen 40 yıllık bir çalışmanın sonucunda Türkçeye de kazandırdı. Size de ilginç gelecek mi bilmiyorum ama ‘best seller’ların bile 5-10 bin zor sattığı bir ülkede Ulysses’in 100 binlik satış rakamını bir nefeste geçmesini kayda değer buluyorum. Hatta bazı kuruluşların Ulysses’i yılbaşı hediyesi olarak müşterilerine armağan ettiklerine bile şahit oldum. Ulysses’i kimsenin okumayacağını bilen yayıncılar gibi Türk yayıncılar ‘insana Ulysses’i okumuş havası vermesi için’ yazılmış rehber kitapları yayımlıyorlar. Bir tanesini Milliyet Yayınları piyasaya verdi:”Yeni başlayanlar için Joyce’ adını taşıyan bu kitap yetkini bir edebiyatçı ve çevirmen Ülkü Tamer’in imzasını taşıyor ve kolayca tahmin edebileceğiniz gibi yazımda aktardığım örnekler Tamer’in çevirisinden.