Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Şehir efsaneleri

Bu isimde bir korku filmi seyretmiştim. Bir Amerikan filmi.. O zaman şöyle düşünmüştüm: Topu topu 200 yıllık bir ülke.. Elbette efsane açıklarını böyle palavralarla doldurmak zorundalar. Bizde binlercesi var, kim yutar bunları..

Ama şimdi görüyorum ki küçük Amerika olma yolunda hızla ilerliyoruz. Acaba Bill’in bizi bu kadar seviyor olmasında bunun da bir rolü var mı?
Depremle birlikte ‘şehir efsanelerimiz’ de giderek daha çok konuşuluyor olmaya başladı.
Öyle görünüyor ki bunlar eski ‘şehir efsanelerimizin’ tümünü geçecek. ‘Doğar doğmaz konuşmaya başlayan sakallı bebek’ gibi, ‘kaçırılıp böbrekleri çalındıktan sonra yarı baygın sokağa bırakılan çocuklar’ gibi, ‘kadın kılığına girip barlarda gezen işadamı’ gibi palavraların pabucu dama atılacak.
En son efsaneyi mutlaka siz de duymuş olmalısınız. Bu kez söz konusu olan nur yüzlü, ak sakallı bir ihtiyar. İstanbul trafiğinde sıkıntılı sıkıntılı giderken birden arka koltukta beliriyor. Arka koltukta birisi olduğunu hissedip geri döndüğünüzde sizinle konuşuyor: “Çok yakında İstanbul’da büyük bir deprem olacak. Şehri hemen terk etmeliyiz..” O lafını bitirir bitirmez önünüze dönmek zorunda kalıyorsunuz, çünkü kırmızı ışık yanmış, önünüzdeki otomobil fren yapmış. Çarpmadan durmayı başarınca tekrar geri dönüyorsunuz ki ihtiyar toz olmuş..
Bu öyküyü anlatanlara soruyorum: İhtiyarı sen gördün mü, seninle konuştu mu?
Hep aynı yanıtı alıyorum: ‘Ben görmedim ama, komşumun abisi görmüş’… Ya da ‘amcamın kayınpederinin gittiği emekli kahvesinin ocakçısı görmüş’..
İşte işin düğümü burada. Bir şeyin palavra olup olmadığını anlamak istiyorsanız, anlatılan olayla karşılaşmış bir tanık bulmalısınız. Ama hiçbir zaman o tanığa ulaşamıyorsunuz.
Eyüp’te doğan kıyamet habercisi sakallı bebek olayında da böyle olmuştu.. Olay gazete manşetlerine kadar yansımış, ama sakallı bebeği doğurtan ebe de, doğuran anne de, konuştuğuna şahit olan ‘bir komşunun teyzesi’ de bulunamamıştı.
Aynı şekilde Aktüel’i yayımladığım günlerin ‘şehir efsanesi’ böbreği çalınan çocuk da bulunamamıştı. Üstelik haberi veren birlikte çalıştığımız bir arkadaşımızdı ve ablasının bu çocuğun ailesiyle komşu olduğunu iddia ediyordu.
Kadın kılığında barlarda gezinen işadamının nasıl olup da fotoğrafının çekilmediğini de hiç anlayamamıştım. Üstelik bunu gördüğünü iddia edenlerden biri tanınmış bir iş adamımızdı, bize ‘görünce utancımdan başımı çevirdim, o da ortadan kayboldu beni görünce’ diyordu ve buna inanmamızı bekliyordu….
İstanbul’da ciddi bir deprem tehlikesi olduğunu ben şahsen neredeyse 15 yıldır biliyorum. Çalıştığım bütün dergilerde belirli aralıklarla bu konu kapak yapıldı. İki büyük felaket gördükten sonra bilim adamlarının açıklamalarını dinlerken hep hesap yapıyorum: O zamanlar bilim adamları önümüzdeki 50-60 yıl içinde İstanbul’da büyük bir deprem beklediklerini söylüyorlardı. 15 yıl böyle geçti… Demek ki geriye yaklaşık 30-40 yıl kalıyor. Son depremlerin bu süreyi kısaltacak enerji birikimlerine yol açması ihtimali de dikkate alınınca bilim adamlarımızın bugün yaptıkları uyarıların yeni olmadığını da görüyorum.
Evet İstanbul’da önümüzdeki yıllar içinde bir deprem olacak. Ama yine bilimsel olarak biliyoruz ki ne zaman olacağını kestirebilmemize imkân sağlayacak bir teknoloji dünya yüzünde mevcut değil. Bu bizim gerçeğimiz. Bununla yaşayacağız ve ‘ak sakallı ihtiyar’ efsanelerine pabuç bırakmayacağız.. Meğer ki arabanın arka koltuğundaki ‘ak sakallı’ Celal Şengör, Işıkara, Barka olmasın…
Ama aslına bakarsanız onlar bunu zaten yıllardır söylüyorlardı da seslerini kimseye duyuramıyorlardı.. Aksi olsaydı tam da fay hattının üzerine köprüler, tüneller, şehirler inşa eder miydik?