Çokuluslu ortamlarda iş yapmak durumunda olan yöneticiler için hazırlanmış bir kitaptan söz etmiştim dün. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İkinci senaryomuz şöyle:
Bir gazetede her hafta restoran yazısı yazan bir muhabirsiniz. Çok yakın bir arkadaşınız, sahip olduğu bütün serveti harcayarak bir lokanta açıyor. Siz de arkadaşınızın lokantası ile ilgili bir yazı hazırlamak üzere gidip orada bir yemek yiyorsunuz. Yemekler berbat, servis rezalet, lokantanın atmosferi korkunç.
Soru: Arkadaşınız, lokantası hakkında iyi şeyler yazmanızı isteme hakkına sahip midir?
1a. Arkadaşım lokantasıyla ilgili iyi şeyler yazmamı isteme hakkına sahiptir.
1b. Arkadaşım lokantası ile ilgili iyi şeyler yazmam için bazı isteklerde bulunabilir.
1c. Arkadaşımın benden böyle bir şey istemeye kesinlikle hakkı yoktur.
31 ülkede yapılan araştırma bu soruya verilen yanıtların dün sözünü ettiğimiz ölümle sonuçlanan trafik kazasından hiç de farklı olmadığını ortaya koyuyor.
Örneğin Sırbistan’da her beş kişiden dördü arkadaşının lokantası ile ilgili iyi şeyler yazılmasını isteme hakkına sahip olduğunu kabul ediyor. Aynı şekilde güneye inildikçe ve doğuya gittikçe ‘ilişki’ temelli kültürlerin insanları, arkadaşların böyle hakları olabileceği kanısında.
Yazılı kurallara uymanın bir yaşam biçimi olduğu ‘Protestan kültürlerde’ hiç kimse arkadaşına böyle bir hak tanımıyor. İsviçre, Finlandiya, Kanada, ABD gibi ülkelerde yaşayanlar yazarın esas sorumluluğunun okuyucusuna karşı olduğu görüşünde. Polonya, Güney Kore, Rusya, Hindistan gibi ülkelerde yaşayanlar ise arkadaşların bu tür isteklerde bulunma hakları olduğunu kabul ediyorlar.
Bu soruya verilen yanıtlarda ilginç olan durum Fransız ve İtalyanların tutumları. Dünkü yazıyı okuyanlar hatırlayacaklar, Fransızlar ve İtalyanlar, hız sınırına uymadığı için bir yayanın ölümüne sebep olan arkadaşlarının kendilerini kurtarmak için yalancı tanıklık isteme hakkına sahip olduğu kanısındaydılar. Konu yemek olunca işin rengi değişiyor: Fransızlar ve İtalyanlar kötü lokanta işleten arkadaşlarının kendilerinden iyi yazı yazmalarını isteme hakkına sahip olmadığını düşünüyorlar. İyi pişmemiş bir makarna, ölen bir insandan daha önemli sanki..
Araştırma Türkiye’de yapılmış olsaydı muhtemelen biz de Hindistan, Rusya, Güney Kore gibi ülkelerle aynı grupta yer alacaktık. (Nitekim dün Tolga Esmer bana, Konda ile birlikte gerçekleştirdiği ve sonuçları bundan iki yıl önce Radikal’de yayımlanan araştırmanın bu tahmini doğruladığını bildirdi.)
Bu sonuçlardan yola çıkarak zaten bildiğimiz özelliklerimizi bir de ‘Riding The Waves Of Culture’ kitabının yazarlarının ağzından özetleyelim:
İlişkiler kurallardan önce gelir, yasal anlaşmalar her zaman gözden geçirilebilir, her bireye göre gerçeğin birçok değişik yönü vardır, ilişkiler evrim geçirebilir…
Toplumumuza, insan ilişkilerimize ve iş yapma biçimimize bakıp bakıp ‘Niye Almanya gibi olamıyoruz’ diye boşuna hayıflanmayın. Her şeyin bir kurala bağlı olduğu, yazılı anlaşmaların tıkır tıkır yürüdüğü, insanların yasalara tartışmaksızın saygılı olduğu bir toplum belki de hiçbir zaman olamayacağız. Buna ne kadar özensek de ‘içimizdeki ben’ bildiğini okumaya devam edecek gibi görünüyor.