Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir kızım var, Stankovec'de üşüyor!

 Küçük kızın mavi gözleri vardı. Koyu mavi, iri, delici gözler, ince uzun yüzün etrafından omuzlarına dökülen, kirden birbirine yapışmış siyah saçlarla çevrelenmişti. O kadar narindi ki kucağınıza almaya korkardınız.

Yaşı beş, bilemediniz altı olmalıydı.
Üzerinde kumaşı yıpranmış, neredeyse yırtılacak gibi çiçekli bir pijama vardı. Uzun kollu pijamanın üzerinde de kısa kollu, kirden artık grileşmiş ama eskiden beyaz olan bir fanila.. Belli ki sahip olduğu bütün giysi bundan ibaretti. O kadar üşümüştü ki elleri buz gibiydi. Ama üşüdüğünün farkında olacak ne bir kimsesi vardı, ne de bunun farkına varan birisi olsa üzerine giydirebileceği bir hırkası.
Çıplak küçük ayaklarında çorap yoktu. Ayağına bir hayli büyük gelen bir erkek çocuk ayakkabısı giymişti. Siyah, çamurlu bir ayakkabı. Ayakkabı ayağına büyük olduğu için ayağının içine etraftaki balçık çamurun girmesini de önleyemiyordu.
Sırtını yasladığı duvar büyüklü küçüklü kâğıt parçalarıyla doluydu. Yakınlarını arayan insanların bıraktığı notlar yazılıydı bu kâğıt parçalarında. Çocuğunu arayan anneler, dayısını arayan yeğenler, tutunabilecekleri bir yakın akraba arayan yalnız, çaresiz insanların notları…
Kimin cevap vereceği bilinmeyen, hatta bir rüzgâr çıktığında uçup çamurların arasında kaybolup gidecek notlar… Bir umut çiçeği gibi açmışlardı duvarda…
Ona Makedonya’nın Stankovec köyü yakınlarında kurulmuş ‘mülteci’ kampında rastladım.
Saçını okşamak için uzattığım elimi görünce irkildi, korktu. Ama ağzından ne bir ses çıktı, ne bir mırıltı.. Ağlamayı unutmuştu sanki.
Yanağını okşadım. İnce küçük çenesinin titrediğini hissettim. Anlayamayacağını bildiğim halde Türkçe bir iki söz mırıldandım. İyice sokuldu bana. Aç olan sadece karnı değildi, bir yabancının gösterdiği sevgiye bile açtı.
Ona sarılıp ağlamak istedim ama duygularım sabahtan beri gezdiğimiz mülteci kamplarında gördüklerimden sonra o kadar donmuştu ki bunu başaramadım. Sarılmaya, göğsüme yaslayıp hâlâ süt koktuğuna emin olduğum ensesini koklamaya bile cesaret edemedim.
Helikopterin kalkmak üzere olduğu söylendiğinde birbirimizden ayrıldık. El salladım… Gözleri ‘gitme’ der gibiydi, ‘gitme yanımda kal, koru beni’…
Şu anda Makedonya ve Arnavutluk’taki kamplarda o küçük kız gibi daha on binlerce
çocuk var.
Ne onları soğuktan koruyabilecek giysileri, ne de çocuk olduklarını hatırlamalarını sağlayacak her hangi bir şeye sahip değiller.
Gece eve döndüğümde Yasemin sıcak yatağında pamuk gibi uyuyordu. Ona sarıldım küçük kızın yerine…
O kamplardaki çocuklar da bir zamanlar böyle sıcak yataklarında uyuyabiliyorlardı. Hepsinin babası vardı, annesi vardı. Onlar için endişelenen, onlar için çalıştığını düşünen, onlar için her şeylerini feda etmeye hazır yakınları vardı…
Kader onlara öyle bir oyun hazırlamış, öyle bir tokat atmıştı ki…
Dün geceden beri rüyalarımda ‘beni de al yanına’ diye bakan bir çift mavi göz var artık.. Adını bilmiyorum.. Yaşını bilmiyorum.. Bildiğim tek şey artık bir kızım daha olduğu… Bir daha hiçbir zaman ona ulaşamasam da, yanaklarını okşayıp, öpüp koklayamasam da bir kızım daha var.
Onlar hepimizin çocukları. Açlar, üşüyorlar, çaresizler…
Ama galiba asıl çaresiz olanlar onlar değil, bizleriz. Bu insanlık utancına tanık olduğumuz halde elinden hiçbir şey gelmeyen bizler..