Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlık sistemi ile ilgili olarak başlattığı tartışmayı bir adım daha ileri götürdü ve bir de ‘eylem planı’ önerdi. Cumhurbaşkanı’nın başlangıçta ‘çekinerek’ sözünü ettiği yarı başkanlık sisteminden vazgeçtiği de görülüyor. 
Türkiye’nin çok partili parlamenter demokrasi deneyiminin pek de başarılı olamadığı tartışılmaz bir gerçek.
Her parti liderinin kendi partisi içinde bir diktatör gibi davranması, parlamenter düzenin temeli olan parti disiplini kurumunun yozlaşması ve milletvekillerinin kişiliksiz lider kulları haline gelmesi en önemli sorunumuz. 
Yürütme ile yasamanın neredeyse tek elde toplanması anlamına gelen bu handikap dışında parlamenter sistemimizin bir önemli özürü de yargı bağımsızlığından söz edemiyor olmamız. Siyasi iktidara yargı bağımsızlığını zedeleyecek ciddi yetkiler veren yasal düzenimiz de parlamenter sistemin tıkanmasındaki en büyük etkenlerden biri. 
Bütün bunlar Türkiye’de parlamenter bir düzenden uzaklaşmamızı mı gerektiriyor? İyi kötü 50 yıla yakın bir süredir sürdürmeye çalıştığımız çok partili parlamenter sistemdeki aksaklıkları düzeltmek mi daha kolay, yoksa tamamen yabancısı olduğumuz başkanlık sistemini getirmek mi? 
Bence başkanlık sistemi tartışmalarını başlatmadan önce yapmamız gereken tartışma bu olmalı.
Bugün parlamentodan doğru dürüst bir iktidar yapısının ortaya çıkmamasının sorumlusu, sistemin kendisi mi, yoksa bizim bu sisteme yönelik müdahalelerimiz mi? 
Türkiye’de geçerli olan seçim sistemi siyasal yelpazenin tüm unsurlarıyla eksiksiz olarak parlamentoda temsiline izin vermiyor. Hatta bunun da ötesinde bazı siyasi görüşlerin bırakın parlamentoda temsili, yasal olarak örgütlenmesi bile mümkün değil. 
Demek ki ilk yapılacak şey Türkiye’nin her görüşün savunulabildiği ve örgütlenebildiği geniş bir demokrasi ortamına kavuşturulması olmalı. İkinci adım ise bütün bu görüşlerin ağırlıkları oranında parlamentoda temsiline imkân verecek bir seçim sisteminin bulunmasıdır. 
Siyasi partilerin kendi içlerinde demokrasinin sağlanması da bir diğer önemli sorunumuz. Siyasi partiler yasasında yapılacak değişikliklerle, partilerin lider sultası altına girmesi önlenmeli ve milletvekili adaylarının tek seçiciler tarafından değil, parti üyelerinin geniş katılımıyla belirlenmesi sağlanmalı. Parti içi demokrasinin olmadığı bir ortamda parti disiplininden de söz edilemez. 
Yargının kesin ve mutlak bağımsızlığını sağlayacak düzenlemeler de sistemin aksayan üçüncü ayağının sağlıklı bir hale getirilmesini sağlayacaktır.
Bütün bunlar yapılmadan ve gerçek bir parlamenter demokrasi deneyimi yaşanmadan sistemin iflas ettiği söylenemez. 
Mevcut demokratik ve siyasal düzen yetkin bir biçimde işletilmediği sürece getirilecek ‘başkanlık sistemi’ de çok geçmeden tek adam diktatörlüğüne dönme eğilimi gösterecektir.
Troçki vaktiyle doğu toplumlarının tek adam iktidarına yatkın olduklarını söylemişti. Rusya’da çarın, İran’da şahın, Çin’de ve Japonya’da imparatorun, Osmanlı’da padişahın yetkileri tartışılmazdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları da bu tehlikenin farkındaydılar. Tek adam yönetiminin çok geçmeden padişahlığa dönüşeceğinden korkuyorlardı. Onun için seçimlerini bilinçli olarak parlamenter sistemden yana yaptılar. 
Başkanlık sistemini tartışırken tarihsel gerçekleri ve toplumumuzun özelliklerini de göz önünde tutmak zorundayız
