RADİKAL

Bütün bir sistem çökerken

Televizyon başında birkaç dakika oturup da gözlerinden yaşlar süzülmeyen kaç kişi var aramızda? Çok fazla olduğunu sanmıyorum.

Kimi zaman yıkıntılar arasından kurtarılan bir hayat için, kimi zaman yakınlarını kaybeden acılı insanların feryatları için ağlıyoruz.
Ama sadece ağlıyoruz. Elimizden sadece bu geliyor.
Gazetede çalışan arkadaşlarımızdan bazıları bütün gün çalıştıktan sonra gece de kurtarma ekiplerine yardım için deprem bölgesine gidiyorlar. Onlar gibi binlerce insan hiç olmazsa bir küçük taş kaldırabilmek için deprem bölgesine koşuyor.
Gönüllüler kendi aralarında oluşturdukları ekiplerle yardım topluyorlar. E-posta zincirlerinden birkaç gündür yardım çağrılarından başka mesaj gelmiyor. Bütün bir halk deprem bölgesindeki çaresiz insanlara yardım için yanıp tutuşuyor.
Madalyonun öteki yüzü ise tam bir utanç tablosu.
Depremin üzerinden üç gün geçmesine rağmen hâlâ haberleşme kanalları doğru dürüst çalışmıyor. Telekom yıkılan santrallarına en erken müdahaleyi ancak on saat sonra yapabiliyor. Adapazarı’na bir uydu haberleşmesi sistemi göndermeyi akıl etmesi için deprem kurbanlarının televizyonlardan feryat etmesini bekliyor.
Toyota fabrikasının dev mutfaklarında depremzedeler için pişirilen yemekler, mahalli yetkililer doğru dürüst bir organizasyonu yapamadığı için ihtiyaç sahiplerine dağıtılamıyor.
Türkiye’nin her yerinden yardım kamyonları tonlarca suyu deprem bölgesine taşıyor ama bir küçük şişeyi depremzedelere dağıtma işini düzenleyecek bir otorite yok. Depremzedeler için bağışlanan sütleri teslim alıp doğru dürüst dağıtacak bir otorite de ortada yok.
Yardım malzemelerinin ne zaman ve nerede, nasıl dağıtılacağı depremzedelere duyurulamıyor. Her şey plansız, başıboş, rastgele yapılıyor.
Depremin hemen ertesinde kurulması gereken çadır kentler de hâlâ kurulamadı. Kızılay bile bir sahra mutfağı, bir çadır kent, bir sahra hastanesi kurmak için ancak depremin üçüncü günü hareket edebiliyor. Evsiz insanlar üç gündür bir battaniyeye muhtaçlar, ama battaniyeler depolarda bekliyor.
Bundan önceki depremlerde kurtarma çalışmalarında en büyük rolü oynayan askeri birlikler bile anlaşılmaz bir atalet içindeler.
Yıkılan köprü nedeniyle kapatılan bir yolun açılması için bile üç gün bekleniyor. Kimse bu tür olaylar için her zaman hazırlıklı olması gereken istihkâm birliklerinin neden hâlâ beklediğini bilmiyor. Tek yapabildiğimiz bölgeye otuz bin asker yığıp taş taşıtmak.
Emniyet, elindeki hassas kameraları deprem bölgesine ancak üç gün sonra gönderebiliyor. Hantal merkezi otoritenin güvenlik amacıyla bölgeye polis sevk etmesi için günlerin geçmesi gerekiyor.
Almanya’ya uçakla götürülmek istenen sekiz yaralı, ortada izin vermeye cesareti olan bir yetkili olmadığı için Yalova’da sokak ortasında kalakalıyor.
Sanki enkazların altında kalan çaresiz insanlar değil de bütün bir merkezi devlet otoritesi..
Çok daha geniş olanaklara sahip merkezi devlet, bir avuç gönüllü kadar işe yaramıyor.
Yetkililer gördükleri her kamera ve mikrofon karşısında neler yaptıklarını anlatıyorlar ama yapabildikleri yapamadıklarının yanında devede kulak kalıyor.
Türkiye’nin çürümüş devlet sisteminin kokusu, deprem bölgesindeki ceset kokusunu bastırıyor.