Akkuyu’yu gördünüz mü bilmiyorum. Görmediyseniz mutlaka görmelisiniz. Hatta bununla yetinmemeli, Mersin’den Antalya’ya kadar gündüz gözüyle otobüsle bir yolculuk da yapmalısınız. Lacivertin nasıl bir renk olduğunu, ‘el değmemiş koylar’ tanımlamasının ne demek olduğunu bu yolculuk sırasında daha iyi anlayacaksınız.
Biliyorsunuz, Akkuyu’da bir nükleer santral kurma çalışmaları son aşamasına geldi. Bugün yarın ihale sonuçlandırılacak.
Türkiye’nin en güzel koylarından birinde nükleer santral kurma fikri 1972 yılında ortaya çıktı. TEAŞ yer seçiminde şu hususları gözetti:
– İnşaat sahası Türkiye’nin sismik açıdan en dengeli bölgesinde bulunmaktadır. (Şimdi ortaya çıkıyor ki Ecemiş fayına uzaklığı sadece 25 kilometreymiş. Bu nasıl bir ‘denge’yse?)
– Nükleer santralın çok ağır parçaları deniz yoluyla taşınabilir. (Denize kıyısı olmayanlar nasıl yapıyorlar?)
– Akkuyu, yoğun enerji tüketilen merkezlerin ortasında yer alıyor. (Enterkonekte sisteme ne oldu?)
– Santralın soğutma suyu denizden sağlanacak. (Ekolojik denge ne olacak? Denize kıyısı olmayan ülkelerdeki santrallar nasıl soğutuluyor?)
Basit bir mantık yürütme bile gösteriyor ki Akkuyu bu iş için iddia edildiği kadar uygun bir yer değil.
Öte yandan kurulması planlanan santral, uranyum kullanımına dayanan ‘eski teknoloji’. İhale için teklif veren şirketler ellerindeki eski teknolojiyi kimseye satamadıkları için batmak üzereler, bir kısmı devlet desteğiyle ayakta durabiliyor. Almanya ve İsveç geri teknolojili nükleer santrallarını kapatıyorlar. Geçtiğimiz hafta, içine girmek için çabaladığımız Avrupa Birliği bir karar aldı. Slovakya, Litvanya ve Bulgaristan’a eski teknolojili nükleer santrallerini kapatmadıkları takdirde tam üyelik müzakerelerine başlayamayacaklarını bildirdi. İşte size bir soru daha: Bu geri teknolojili santralı, Avrupa Birliği’ne girerken kapatmak üzere mi kuruyoruz?
Türkiye, şebekenin enerji kaybı bakımından felaket durumda. Ürettiğimizin neredeyse dörtte birini enerji nakil hatlarının eskiliği gibi nedenlerle kaybediyoruz. Akkuyu’da kurulacak santral, toplam üretimimizin 25’de birini sağlayacak ve en az altı yılda kurulacak. Çok daha az parayla ve iki yılda tüm şebekeyi yenilemek bize daha çok enerji kazandırmayacak mı?
Türkiye dünya toryum rezervleri bakımından ikinci sırada. Tamamiyle dışa bağımlı uranyum santralları yerine, kendi doğal kaynaklarımızı kullanabileceğimiz ve yeni gelişen bir teknolojiye sahip olmamıza olanak sağlayacak toryum santralları neden akla gelmiyor?
Enerji ihtiyacımız, ülkemizin gelişmesine paralel olarak artıyor. Biliyoruz ki her enerji santralının ekonomik olduğu kadar toplumsal ve ekolojik maliyetleri de var. Bu bedeli elbette ödemek zorundayız..
Ama şu koskoca Türkiye’de enerji üretmek için Fırtına Vadisi’nden, Uzungöl’den, Akkuyu’dan, Çan’dan başka yer mi yok? Bir şey yapmak için mutlaka bir daha yerine konulamayacak zenginliklerimizi yok etmek zorunda mıyız? Vatanını sevmek biraz da insanın yaşadığı toprakları, o toprakların zenginliklerini, güzelliklerini sevmesi anlamına gelmiyor mu?