En temel sorun hâlâ çözüm bekliyor
Dün Yalova’dan aldığımız bir haberi Radikal’in yazıişleri toplantısında hayretler içinde okuduk.
Yalova’da depremzedelere gıda yardımı dağıtılması sırasında ihtiyaç sahiplerinden ‘ikamet senedi’ istenmesi bölgede küçük bir patırtının kopmasına yol açmış. Çıkan tartışma Bağlarbaşı Muhtarı’nın tartaklanmasına kadar da varmış. Depremzedeler her seferinde kendilerinden yeni bir ‘ikamet belgesi’ istenmesinden ve her yeni belgenin kendilerine
400 bin liraya mal olmasından şikâyetçiler.
Hayatımızın tüm alanlarına bilgisayarların girdiği, en karmaşık bankacılık işlemlerinin bile bilgisayarla Internet üzerinden bir iki dakika içinde halledilebildiği bir ülkede, böylesine basit bir sorunun bile çözümlenememiş olması, merkezi idarenin deprem bölgesine hâlâ hâkim olmayı başaramadığının yeni örneğinden başka bir şey değil.
Depremin ilk gününden beri hep aynı şeyi yazıyoruz. Ankara’da oturarak ve merkezi idarenin geleneksel yöntemlerini kullanarak bu sorunun üstesinden gelebilmek mümkün değil.
Çok geniş bir alanda, çok kalabalık bir nüfus depremden ciddi olarak etkilendi ve günlük hayatın ihtiyaçları Ankara’da oturularak çözümlenemeyecek kadar karmaşıklık ve çeşitlilik arz ediyor.
Yardımların dağıtılması için basit bir bilgisayar sisteminin kurulması, depremzedelere ilk gün verileceği söylenen ama aradan geçen 36 güne rağmen hâlâ verilmediği anlaşılan ‘depremzede kimlik kartı’ uygulamasının bu sistemle irtibatlandırılması son derece basit bir işlem.
Neredeyse köşe başlarındaki küçük marketlerde bile bulunabilecek barkod okuyucuları ve depremzedelere verilecek kimliklere konulacak barkodlarla yardımların doğru kişilere, zamanında ve zahmetsizce dağıtılması başarılabilirdi. Depremden sonra bilgisayar firmalarına bu konuda yardımcı olmaları için bir çağrı yapılsa, bugün en küçük çadırkentte bile işleyen bir sistemin kurulması mümkün olabilirdi. Ama bu yapılmadı. Hükümetin her şeyi merkezden yönetme talebi, bu ihtiyaçların da zamanında tespit edilip, çözülmesini önledi. Sadece bu örnek bile deprem idaresi için yerinden yönetimin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Deprem sonrası geçici barınma için bile doğru dürüst bir planlama yapılmadığı son gelişmelerle bir kere daha kanıtlandı.
40 bin prefabrik konutun kış için geçici barınma ihtiyacını çözeceği açıklanmıştı. Çeşitli yardım kuruluşlarının ve ülkelerin yapmayı planladıkları prefabrik evlerden başka 25 bin prefabrik konutun da Bayındırlık Bakanlığı tarafından yaptırılacağı açıklanmış ve ihale gerçekleştirilmişti. Bunun ihtiyacın tümünü karşılayamayacağı geçen gün ithal edileceği açıklanan ‘kış koşullarına dayanıklı’ 50 bin yeni çadırla kanıtlandı.
Şimdi bir hesap yapalım: Kriz merkezi depremde 120 bin konutun tamamiyle yıkıldığını ya da oturulamayacak hale geldiğini açıklamıştı. Bunların yüzde 25’inin göç ettiği ya da göç eğilimi içinde olduğu biliniyor. Demek ki sadece evi tamamen oturulamaz hale gelenler için toplam 90 bin geçici konut (kışa dayanıklı çadır ya da prefabrik ev) gerekiyor. Nitekim yapılacağı açıklanan prefabrik konutlarla, ithal edileceği açıklanan çadıların toplamı da bu kadar: 90 bin…
Peki bunu hesaplayabilmek için bu kadar gün beklemek mi gerekiyordu?
Öte yandan hiç hesaba katılmayan bir şey daha var. Evleri hafif ya da orta hasarlı olup da korku nedeniyle bu evlerini onarıp kullanamayacak olanlar ne olacaklar? Onlar için bir çare düşünüldü mü? Onarımlar nasıl yapılacak, devlet bu insanlara ne kadar yardım edecek? Ankara’da sıcak binalarda otururken ‘onlar da girip evlerine otursunlar’ demek sorunu çözmüyor. Depremden son derece az etkilenen İstanbul’da bile binlerce insan geceleri evlerine girip yatamazken, depremi tüm dehşetiyle yaşamış bölge insanının eski evlerine hemen girip oturmalarını nasıl bekleyebiliriz?
Sert bir kış yaklaşıyor ve sokakta kalan insanlarımız için hâlâ tüm ihtiyaçlara cevap verebilecek bir çözüm bulunamamış durumda.