Garanti istiyoruz
Başbakan Bülent Ecevit, Radikal’in birkaç gündür yaptığı yayını kastederek, bu tür yayınların vatandaşların ve yabancı kuruluşların yardım heveslerini kırdığını söyledi. Bunun ‘onaylanamayacak’ bir davranış olduğunu belirtti ve “bütün kuruluşların bazı kusurları olabilir. Bunlar acılı günler geçtikten sonra incelenebilir, soruşturulabilir” dedi, “gerekiyorsa” diye eklemeyi de ihmal etmeden..
Başbakan’la birçok konuda olduğu gibi bu konuda da hemfikir değilim.
Gördüğümüz aksaklıkları vakit geçirmeden yazmaktan ve testi kırılmadan önce görevlileri uyarmaktan yanayım. ‘Kol kırılır yen içinde’ anlayışıyla ‘yabancılar ne der’ mazeretinin arkasına sorunları saklamanın kendimizi kandırmaktan başka bir sonuç yaratmayacağını düşünüyorum.
Amacımızın ne olduğu bellidir: Toplanan yardımların ve vergilerin yerinde kullanılmasını sağlamak. Paranın bundan önceki birçok örnekte olduğu gibi çarçur edilmesini önlemek ve bütün bu uyarıları da iş işten geçip, paralar heba olduktan sonra yapmamak. Bu yüzden morali bozulup, yardım hizmetlerini aksatacak kamu görevlileri varsa, onların da vakit geçirilmeden o görevlerden uzaklaştırılmasından yanayım.
Öte yandan Başbakan basına kızıyor ama, bu yayınlar olmasaydı düne kadar büyük bir keşmekeş içinde sürdürülen yardım toplama çalışmaları da bir türlü düzene girmeyecekti. Sonunda halkın gücü ve basının yönlendirmesi en başında yapılması gerekeni hükümete yaptırttı: Yardımlar belli hesaplarda toplanacak, en yüksek faizle nemalanacak, Maliye Müfettişleri’nin denetiminde olacak, her aşamada halka bilgi verilerek şeffaflık sağlanacak…
Bunun önemsiz olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hükümetin getirmek istediği ‘deprem vergisi’ uygulamasının da Başbakan’ın düşündüğünün aksine ekonomiyi kilitleyecek, enflasyonu azdıracak ve depremin bütün yükünü sonuç olarak sadece ücretli ve maaşlıların sırtına yıkacak bir girişim olduğu kanısındayım. Bunun kişisel bir kanıdan çok ‘ekonomik bir gerçek’ olduğunu da belirtmeliyim.
Başbakan belki hatırlamıyor ama Türkiye bu tür yıkımlardan sonra yeniden inşa faaliyetlerini büyük ölçüde Dünya Bankası, Avrupa İskân Fonu gibi kuruluşlardan aldığı yardımlarla finanse etti. Hatta 1992 Erzincan depreminden sonra Dünya Bankası’ndan bu amaçla alınan yardımın büyük bölümü de kullanılamadı.
Eğer verginin amacı sadece depremde yıkılan evleri, okulları, camileri, kamu binalarını yeniden inşa etmekse bu kez neden dış kaynaklı yardımlar ve krediler kullanılmıyor da yeni vergiler salınıyor?
Belki Başbakan farkında değil, TBMM komisyonu deprem vergisi tasarısıyla hedeflenen toplam geliri 1 katrilyondan 540 trilyon liraya indirdi. Eğer inşa faaliyetleri için gerekli para 1 katrilyonsa TBMM bunu neden yarı yarıya düşürdü? Yoksa bu girişim rafa kaldırılan vergi reformu nedeniyle kaybedilen bütçe gelirlerinin, bu kez deprem vergisi adı altında telafisini mi amaçlıyor?
Bütün bu kuşkuları gidermenin bir yolu var aslında. O da toplanacak deprem vergilerinin ve yardımların doğrudan doğruya depremle ilgili yıkımı gidermek için kullanılacağının garantisini vermek.
Vergi gelirlerini, bütçe gelirleri içine girdiğinde takip edebilmenin artık imkânı yok. O paraların nereye harcandığını, gerçekten deprem için mi kullanıldığını, yoksa başka kamu harcamalarının finansmanında mı kullanıldığını nasıl bileceğiz?
Bu aslında son derece basit bir şekilde çözümlenebilir ve kamuoyundaki şüphe bertaraf edilebilir. Bu tür gelirlerin Sayıştay denetiminde özel bir deprem fonunda toplanmasını engelleyen nedir?
Bu konuda tatmin edici bir yanıt hâlâ alabilmiş değiliz. Bu yanıtı alana kadar da güvensizliğimizin süreceğini belirtmeliyim.
Neyse ki akşam saatlerinde hükümetin vergiden ‘şimdilik’ vazgeçtiği haberi geldi. Herhalde hükümet, yapılan uyarı ve itirazları en sonunda dikkate almaya karar verdi.