RADİKAL

Gitarıyla güneşi doğduran adam

Dünkü Radikal’in birinci sayfasında insanın içini burkan bir fotoğraf vardı: İki yıl önce Gaziosmanpaşa Karakolu’nda bir suçluya olan benzerliği yüzünden işkence ile öldürülen simitçinin hiç kucağına alamadığı çocuğu Erdem’in fotoğrafı.

Fotoğrafın yazıya olan üstünlüğünü bir kez daha kanıtlıyordu objektiften yansıyan görüntü. Küçük Erdem’in gözlerindeki çaresizliğin izlerini unutabilmek mümkün mü?

Erdem, kendi karınlarını doyurmaktan aciz dede ve babaannesinin evinde sığınabileceği bir yetimhanenin bulunmasını bekliyor.

Dün gün boyu Radikal’in telefonlarına gelen başvurular Erdem için başka yüreklerin de çarptığını ortaya koydu. Burada hem iyi yürekli bu vatandaşlarımıza hem de Sosyal İşler Müdürlüğü’nün yetkililerine gösterdikleri ilgi için teşekkür ediyorum.

Onların çabalarıyla belki Erdem için küçük de olsa bir umut ışığı yanacak. Ya öteki Erdemler?

Kentlerimizi çepeçevre saran gecekondu mahallelerinde yaşayan, her türlü altyapı imkânından yoksun, işsiz insanların çaresizliklerine, onların çocuklarına nasıl yardım edeceğiz?

1997 Türkiyesi’nde kentlerdeki insanlarımızın yüzde 60’ından fazlası her türlü altyapı hizmetinden yoksun yaşıyorlar. Çocukları için okulları, kanalizasyonları, elektrikleri, düzenli akan suları yok.

Interpol’ün hazırladığı Avrupa suç haritasında Türkiye bin kişiye düşen 4 suçla Avrupa’nın en sakin ülkesi olarak görülüyor.

Bu durum ne kadar sürecek dersiniz?

Yeterince beslenmeyen, eğitilemeyen, iş bulma imkanları asla olamayacak olan Erdemler büyüdüklerinde kentlerimizde nasıl bir manzara göreceğimizi düşünüyorsunuz?

Rio de Janeiro’nun ‘favela’larında yaşayan ve her gün yüzlercesi ‘ağır suç’ işleyen Alemaolar’dan bizim Erdem’lerimizin bir farkı olacak mı zannediyorsunuz? Buenos Aires’in kenar mahallerinde yaşayan aç insanlar yüzünden, kentin birçok yerinde başı boş kedi ve köpek kalmadığını biliyor musunuz?

Türkiye’de uygulanmak istenilen ekonomik sistemin ‘en başarılı örneklerinin’ Brezilya ve Arjantin olduğunu da sanıyorum hiç düşünmediniz.

Rio’nun favelalarında ahalinin yarısı sabah uyandığında karnını doyurup doyuramayacağını bilmiyor.

Ve her gün o semtten Rio’ya binlerce çocuk akıyor, hırsızlık için, uyuşturucu ticareti için, çöpe atılmış bir yarım hamburger parçası bulabilmek için.

O semtte her saat başında bir çocuk Brezilya polisinin kurduğu gayrı resmi ölüm mangaları tarafından ortadan kaldırılıyor. Onlara Portekizce ‘pastırma’ anlamına gelen ‘presuntos’ deniliyor.

Presuntoslar adaletsiz gelir dağılımının, rüşvetle iş yapamaz hale getirilen güvenlik güçlerinin, vergisi ödenmeyen karanlık kazançların ürününden başka bir şey değil. Brezilya gibi taşı toprağı gerçekten altın olan bir ülkede o çocuklar sırf aç kaldıkları için öldürülüyorlar.

Rio’ya ilk gittiğimde kentin etrafındaki gecekondu mahalleleriyle İstanbul’a ne kadar benzediğini düşünmüştüm. Bir iki gün geçince de bizim işsiz, çaresiz insanlarımızla, Fluminese’nin gelecekten hiçbir beklentileri olmayan çocukları arasında benzerlikler olduğunu da fark ettim.

Şu anda soluduğumuz sükûnet havasının çok aldatıcı olduğunu düşünüyorum. Bunu yaratan İstanbul’un çaresizlerinin hâlâ bir şeylerin düzelebileceğine ilişkin umutları. 0 da tükenince ne olacak?
Orfe Negro filmini seyrettiyseniz hatırlayacaksınız. Rio’ya, efsanevi Copa Cabana’ya tepeden bakan bir teneke mahallesinin çaresiz insanlarını anlatıyordu. Ümitleri Orfe’ydi. 0 gitar çalmaya başlayınca güneşi doğdurabiliyordu.

Gitarıyla güneşi doğdurabilecek güce sahip bir Orfe de bizim teneke mahallelerimize gerekmiyor mu?