Gürcü Ana'nın dostluk şarabı
TİFLİS – Karşımdaki kayalık tepeye kurulmuş manastır olduğunu tahmin ettiğim bina da olmasa, yer ve zaman duygumu yitirebilirdim.
Ankara’dan kalkan uçağımızın 1.5 saat uçtuktan sonra, konduğu yerin Amasya olduğuna yemin eder, yarım saat beklersek, ezan sesi duyacağımıza bile iddiaya girerdim.
Tiflis’teyim. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in deyişiyle ‘İkinci vatanımız’ Gürcistan’ın başkentinde… Karadeniz coğrafyasının en güzel ülkelerinden birinde; Gürcülerin, Abhazların, Acarların, Osetlerin yurdundayım.
Aynı duyguyu havaalanına indiğimizde de yaşadım. Önünde eski Kızıl Ordu üniformasına benzer giysiler içindeki tören kıtası olmasa, eski terminal binasının ön yüzüne asılmış dev Süleyman Demirel portresine ve binanın yarısını kat eden koca bir pankarta yazılmış ‘Sayın Cumhurbaşkanımız, hoşgeldiniz’ yazısına bakarak, Türkiye’de olduğumuzu düşünebilirdim.
Burası galiba gerçekten de, çok renkli Türkiye mozaiğinin saymakta zorlanacağımız kadar çok ikinci vatanlarından biri… Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar yayılmış, geniş bir ‘İkinci vatanlar’ zincirine sahibiz. Tarih ve coğrafya bize öyle bir kader çizmiş ki, dünya durdukça bütün bu halklarla sevinmek ve üzülmek durumundayız.
Sorulduğunda Gürcü olduğunu söyleyen o kadar çok Türk tanıyorum ki, (Büyük bölümünün bu topraklarda akrabaları olduğunu da biliyorum.) Yolculuğun başında bize dağıtılan broşürlerde bazı Gürcülerin Türkçe konuştuklarına ilişkin notu önemsiz bir detay gibi atlıyorum.
Tiflis’te bir tepenin üzerine yerleşmiş, bütün kente hükmeden bir ifadeyle rüzgâra, kara, sıcağa, soğuğa karşı dikilen bir kadın heykeli var. Gürcü Ana heykeli bu…
Gürcülerin medarı iftiharı heykeltıraş Zurab’ın eseri. Gürcü Ana, bir elinde şarap kadehi tutuyor. Ünü bütün dünyaya ulaşmış, Gürcü şarabı sunuyor olmalı. Öteki elindeyse bir kılıç var. Tehditkâr bir ifadeyle, göğe doğru uzanmış, keskin bir kılıç. Gürcü Ana, dost olarak bu topraklara gelenlere şarap kadehini uzatıyor. Kardeşlik ve dostluk için bir davet bu. Niyeti kötü olan, düşmanlık için gelenler ise öteki elindeki kılıçtan paylarına düşeni almaya razı olmak zorundalar. Çok şükür ki buraya gelişimizin nedeni dostluk. Bu gece Tiflis sokaklarında bizi bekleyen kılıç değil, dostluk şarabı.
Kuzey komşumuz Gürcistan nüfusunun yüzde 98’i okuma yazma biliyor ve üniverite mezunlarının genel nüfusa oranı bakımından İngiltere’den bile ileride. Yolda tabelasını gördüğümüz ‘İntellek Bank’ın bu aydın nüfus için kurulduğu şakalarını yapıyor bazı arkadaşlarımız.
Resimden pek anlamam ama büyük Gürcü ressam Pir Osmani’yi tanıyorum. Picasso’nun Kafkasya’da doğmuş bir ikizi sanki.
Aklıma bir vakitler Gürcistan Başkanı Eduard Şevardnadze’nin bir soruya verdiği yanıt geliyor: Şevardnadze’ye “Büyük Gürcistan hayaliniz var mı?” diye soran gazeteci, “Toprak olarak hayır ama entelektüel olarak böyle bir hayalimiz var” yanıtı almıştı.
Kafkaslar bugünkü haliyle dünyanın en kritik bölgelerinden biri. Eski hesapların, düşmanlıkların, bağımsızlık hayallerinin fitil görevi gördüğü bir barut fıçısı. İki adım ötemizde Çeçenya’da aşağılık bir savaş tanrısı, oklarını çocuk, kadın, ihtiyar demeden savurup duruyor. Tanrı bu güzel coğrafyayı öyle kıskanmış olmalı ki, sanki buraları yaşanmaz hale getirmeye çalışıyor.
Türkiye bir yandan da, kan bağıyla bağlı olduğu bu komşu topraklarda barışın ve huzurun egemen olması için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bunda da başrol Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in.
Bu gece ve yarın Tiflis sokaklarında olacağım. İzlenimlerini size yarın yazarım.