RADİKAL

La donna e mobile… Gürcistan'da da!

TİFLİS – Saat farklarından yararlanan tur şirketlerinin organizasyonu ne kadar ilgi gördü bilemiyorum, ama birçok kişi 2000 yılına birkaç kere girmek için 31 Aralık günü on binlerce dolar harcadı.

Aslında buna hiç gerek olmadığını önceki gün Tiflis’e geldiğimde anladım. Önceki günün gecesi hâlâ ‘takvim-i kadim’i kullanan Gürcülerin yılbaşısıydı. Ben de böylece 2000 yılına iki kere girmek bahtiyarlığına erişen mutlu azınlıktan biri oldum.
Tiflis’in muhteşem opera binasında Cumhurbaşkanı Demirel onuruna düzenlenen tören bittikten sonra biz gazeteciler için de ‘gece’ Peroskaya Caddesi’nde başladı. Burası bir bakıma Tiflis’in İstiklal Caddesi sayılabilir. İki şeritli dar bir caddenin iki tarafı yılbaşı için süslenmiş barlar ve lokantalarla dolu.
Bunlardan herhangi birine girmek, dost canlısı Gürcü arkadaşlar bulmak ve benzerlerine belki New York’un ‘deliklerinde’ rastlanabilecek kalitede caz dinlemek için yeterli.
Nostalgia Bar bunlardan biri. Kapının hemen girişindeki jeneratör Tiflis’te günde 18-20 saate ulaşan elektrik kesintisini gözümüzün içine tekrar sokuyor. İçerde üç dört kişi var. Tiflis Senfoni Orkestrası’ndan Vik, kemanının yayıyla oturacağımız yeri işaret ederken nereden geldiğimizi sormayı da ihmal etmiyor. Türk olduğumuz anlaşılınca Vitdya (ki kendisi ayni zamanda iyi bir tenor ve Tiflis’te orkestra şefi) piyanosuyla bize ‘Karabiberim’i çalıyor. Ondan sonrası tam bir müzik ziyafeti. Gecenin anlamına uygun olarak birlikte Ave Maria’yı söylüyoruz… Santa spiritus… Santa Maria… Vitdya’nın sesi insanın içine işliyor sanki. Ara verdiklerinde sohbet ediyoruz. Vitdya kolayca tahmin edebileceğiniz gibi kadınlardan yana dertli bir insan. Piyanosunun başına dönünce dertli dertli başını sallayıp ‘La donna e mobile’ye başlıyor. Kadınlar değişkendir… Bakışlarımla onu onaylıyorum: Kadınlar değişkendir… İstanbul’da da, Tiflis’te de, New York’ta da, Tokyo’da da.. Ama güzel ve çekici olan yanları da böyle değişken ve tahmin edilemez olmaları değil mi zaten?
İkinci kapımızda bizi saksofonuyla Merab bekliyormuş. Benimle yaşıt bir şarkı çalıyor. Benim doğduğum yıl bestelenmiş. Jacques Prevert’in bir şiiri bu: Les feuilles mortes.. Biz daha çok Autumn Leaves olarak biliyoruz.. Küçük Amerika olduğumuzdan mı? Merab’ın ev ve iş telefonlarını yazıp verdiği kâğıdı cebime koyuyorum. ‘Ne zaman gelirsiniz bir daha’ diye sorduğunda arkadaşlarımızla birbirimize bakıyoruz… Kim bilir… Belki yarın, belki yarından da yakın…
Merab’ın barında işsiz bir mimar ve eşiyle tanışıyoruz. O da işsiz bir film oyuncusu. Eski film oyuncusu ve yazar Semra Özdamar’ın ikizi sanki. Konuşmalar dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyor: İşsizlik, pahalılık, gelecekten ümidini kesme… Belki kendileri için bir yarın olmadığını düşündükleri için belki de yaşadıklarını unutmak için deli gibi içiyorlar. Biz bile yetişemiyoruz arkalarından. Eski Sovyetler Birliği topraklarında doğan tüm cumhuriyetlerde hep aynı kader yaşanıyor. İşsizlik, beklentisizlik, umutsuzluk.
Gece mükemmel bir yemekle son buluyor. Tiflis’e yolunuz düşerse Ovatia Restaurant adını hatırlayın. En seçme Gürcü yemeklerinin nefis örneklerinden azar azar getiriyor garsonumuz İra… Yeşil gözlü, sempatik, tombul bir Rus. Gürcü mutfağında ne yerseniz yiyin sarmısak ve cevizin ağırlığı kendisini hep hissettiriyor. Cevizli ıspanak püresi, erik soslu şaşlık, içinde tavuk olmadığı için çerkez tavuğu diyemeyeceğimiz adını telaffuz bile edemediğim bir başka yemek ve ötekiler… Burada dinlediğimiz saksofonu Amerika’da bile zor bulacağımızı söylüyor, kendisi de bir cazcı olan Sedat Ergin.
Tiflis bize 1,5 saat uzaklıkta. Cumadan gidip, pazartesi dönmek de mümkün. İnanamayacağınız kadar da ucuz bir kent. Büyülü bir atmosfer, enfes bir doğa, müzik, resim, heykel… Biz Türkler neden bir hafta sonu Gürcü akrabalarımızı ziyaret etmeye Tiflis’e gitmiyoruz, gerçekten izah edemiyorum.