Hazine’den beslenmek
Çetin Altan, Ankara’daki kısır iktidar mücadelesinin temelinde Devlet Hazinesi’nden daha fazla pay kapma çabası yattığını yazıyor. İktidara şu veya bu şekilde bulaşan herkeste ani bir zenginleşmenin başlaması da bunun kanıtı.
Elimde Can Kapyalı’nın yazdığı Ataçağ isimli bir kitap var. Yazar yakın tarihin olaylarıyla günümüz arasında karşılaştırmalar yaparak Türkiye’nin gelişme çizgisini ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Kitabın 203 ve 204. sayfalarında çok ilginç bir konuşma yer alıyor. Yazar, İstanbul’un işgalinden sonra başkent ile Anadolu arasındaki haberleşmeyi sağlayan gizli telgraf merkezinin sorumlusu İhsan Pere ile yaptığı konuşmayı aktarıyor. Önce kitaptan bu bölümü birlikte okuyalım:
“Şimdi sorun, mevcut askeri ve idari kadroyu İstanbul hükümetinden kopararak Anadolu’ya bağlamaktır. Haberleşmede kurulacak şebeke, bu sorunun çözülmesinde çok etkili olacaktır. Bizzat Mustafa Kemal telgraf başına geçerek, bürokrasi üzerinde egemenliğini kuracak ve milli örgütlerin dayanışma gücünü sağlayacaktır. Ayrıca askeri ve sivil kesimi de kontrol altında tutarak, olayların yönlendirilmesini eline alacaktır. Daha sonra Mustafa Kemal’e ‘Milli Mücadeleyi telgraf telleriyle kazandık’ dedirtecek kadar önemli olan bu haberleşme sisteminin İstanbul’daki kahramanına aradan tam otuz dört yıl geçtikten sonra, yani 1953 yılında Kadıköy’deki mütevazı evinde rastlanacaktır.”
Bir Manastırlı Hamdi tipi yaratarak İstanbul’daki İngiliz Gizli Servisi’nin ajanlarını şaşkına çeviren bu vatansever insan, kendisiyle karşılaşıldığı sırada altmış dokuz yaşındadır. Yalnızdır ve hiçbir geliri yoktur. İstanbul’dan Ankara ile gizli haberleşmeyi sağlayan merkezin kurucusu Sayın İhsan Pere o günlerin anısını halen bütün canlılığı ile yaşadığını söylemektedir:
“16 Mart 1920 tarihinde, yani İstanbul’un işgal edildiği günün sabahı telefonum acı acı çaldı. Harbiye Nezareti telgrafhanesi memuru, Şehzadebaşı Muzıka Karakolu’nun yabancı askerler tarafından basıldığını bildirmekteydi. İngilizler karaya asker çıkarmışlar, Tophane merkezini işgal ettikten sonra Beyoğlu istikametine doğru harekete geçmişlerdi. Derhal durumdan Mustafa Kemal Paşa’yı haberdar ettim. Ama daha o günün akşamı İngilizler Anadolu ile haberleşmeyi yasaklamışlardı. Haberleşme bölümünün önünde gece gündüz İngiliz askerleri nöbet tutmaya başlamışlardı. Ben hemen gizli kuruluş M.M. Grubu Başkanı Topkapılı Mehmet Bey’i bularak yardım istedim. Ankara’nın habersiz bırakılmaması için telgraf merkezini önce Büyük Postane’nin bodrum katına, ama daha sonra orası da tehlikeye girince kendi evime taşıdık. Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasına kadar da Anadolu ile yapılan bütün haberleşmeyi evimden yürüttüm.”
‘Bütün bunlara karşılık nasıl bir ödülle ödüllendirildiniz’ sorusuna verdiği cevap ise şudur: “İstiklal Madalyası; bizim için en büyük ödül odur. Ama devletin maddi önerilerde de bulunduğunu söylemeliyim. Ancak bunu hiçbirimiz kabul etmedik. Geri çevirdik. Zaten fakir olan devletten para almak bizler için düşünülemeyecek bir şeydi. Aşağılatıcı bir davranışa girmiş olurduk. Bizler vatan görevini yapmış olmanın huzuru içinde ve bunu yeterli bir kazanç bilerek köşemize çekildik.”
İhsan Bey, bu haberleşme sırasında tanınmamak ve gizliliği korumak için telgrafların sonuna RR. diye imza atmaktadır. Daha sonra kendisine Atatürk tarafından bu nedenle Pere soyadı verilecek olan İhsan Bey’in anlattıkları işte bunlar.
Bütün varlıklarını Ankara’ya gidip devlet Hazinesi’ni soymaya adamış günümüz yüzsüzlerini görebilseydi, İhsan Bey ne derdi acaba?